Hastalıklar ölümden gelen kabrin, berzahın, haşir meydanının ve yeniden dirilip hesaba çekilişin en önemli habercileridir.
Eğer hastalık bize bizim mülkümüz olmayan vücudumuz ve emanet hayatımız için bir haber getirmişse; bu habere kulak vermeliyiz, dikkatlice okumalıyız ve hastalık haberinin bizlere neler anlattığını anlamaya çalışmalıyız.
Hastalığımız vehmi de olsa, maddî de olsa her ikisinde de Şafi-i Hakîme teslim ve tevekkül esastır. Mütedeyyin, dindar ve imanıyla amel eden doktorları dinlemek ve onların tavsiyelerini de bu bizde emanet olan vücudu çarçur etmemek için tutmak ve yerine getirmeye çalışmak elbette ki mühimdir.
Teselli ve şefkatle kucaklayarak hasta insanlara yaklaşmak ve onların manevî dünyalarındaki ikilemi teke indirmek; Şafi-i Hakîmi akla getirmek ve sabır, tevekkül ve teslimiyetle hastalığa “hoş geldin” deyip karşılamak için: Rabbimize iltica etmek ve duâ ederek O’ndan istemek hastalığın bize kazandırabileceği en güzel bir amel ve hareket olacaktır.
Kendini çok düşünen ve dünyaya, dünya metaına çok ehemmiyet veren insanlar için şüphecilik, vehhamlık onlar açısında daha daha zararlı ve tehlikelidir. Çünkü bu şekilde vesvese ve şüphe ile; aman ne olacak? Ben yaptımda bu hastalık geldi? Ne zaman geçecek? Rabbim hemen beni gör! Bana en kısa zamanda şifa ver vb. cümle ve kelâmlarla insan hastalığını kendi eliyle kat kat arttırdığı gibi, hastalığı kendisine veren Gafur-u Rahime de isyan kokan, şikâyet taşıyan cümlelerle, muhatap olabilir. Cenab-ı Hâk bizleri böyle hastalıklardan ve böyle nakıs ve ters tepkili duâ ve niyazlardan, ah ü figan ve serzenişlerden muhafaza etsin inşallah.
En iyisi hastalığın gerçek teşhisini yapabilmek veya yaptırabilmektir. O da; hastalığı vereni bilmek ve O’nun verdiği hastalığın mahiyetini; O’nun rububiyeti ve terbiye ediciliği mihmandarlığında, öncülüğünde, rehberliğinde, kılavuzluğunda, öğrenmek ve buna göre sabır, tevekkül, teslimiyet ve ümid dairesinde bekleyebilmektir.