Eğer desen: “Şimdi şu tahkikattan sonra şüphem kalmadı ve tasdik ettim ki, Kur’ân’da sair hakaikle beraber, medeniyet-i hâzıranın harikalarına ve belki daha ilerisine işaret ve remiz vardır; dünyevî ve uhrevî saadet-i beşere lâzım olan her şey, değeri nisbetinde içinde bulunur. Fakat niçin Kur’ân onları sarahatle zikretmiyor? Tâ muannid kâfirler dahi tasdike mecbur olsunlar; kalbimiz de rahat olsun?”
Elcevap: Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. Tâ ervah-ı âliye ile ervah-ı safile müsabaka meydanında birbirinden ayrılsın. Nasıl ki bir madene ateş veriliyor, tâ elmasla kömür, altınla toprak birbirinden ayrılsın. Öyle de, bu dâr-ı imtihanda olan teklifat-ı İlâhiye bir ibtilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki, istidad-ı beşer madeninde olan cevahir-i âliye ile mevadd-ı süfliye birbirinden tefrik edilsin.
Madem Kur’ân, bu dâr-ı imtihanda bir tecrübe suretinde, bir müsabaka meydanında beşerin tekemmülü için nazil olmuştur; elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umur-u gaybiye-i istikbaliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini ispat edecek derecede akla kapı açacak. Eğer sarahaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. Âdeta gökyüzündeki yıldızlarla vâzıhan “Lâilahe illallah” yazmak misillü bir bedahete girecek; o zaman, herkes ister istemez tasdik edecek. Müsabaka olmaz; imtihan fevt olur. Kömür gibi bir ruh ile elmas gibi bir ruh (HÂŞİYE) beraber kalacaklar.
Elhâsıl: Kur’ân-ı Hakîm, hakîmdir; her şeye kıymeti nisbetinde bir makam verir. İşte Kur’ân, bin üç yüz sene evvel, istikbalin zulümatında müstetir ve gaybî olan semerat ve terakkiyat-ı insaniyeyi görüyor ve gördüğümüzden ve göreceğimizden daha güzel bir surette gösterir. Demek, Kur’ân öyle bir Zatın kelâmıdır ki, bütün zamanları ve içindeki bütün eşyayı bir anda görüyor.
İşte mu’cizat-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân.
HÂŞİYE: Ebu Cehil-i Lâin ile Ebu Bekir-i Sıddık, müsâvî görünecek; sırr-ı teklif zayi olacak.
“Allah’ım! Bize Kur’ân’ın sırlarını anlamayı nasip et ve her an ve zamanda ona hizmet etmeye bizi muvaffak kıl.”
Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 299
LÛGATÇE:
cevahir-i âliye: yüksek, kıymetli cevherler.
ervah-ı âliye: yüce ruhlar.
ervah-ı safile: kötü ruhlar.
fevt: kaybolma; bozulma.
hüccet: delil.
ibtilâ: imtihan.
lem’a-i i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizelik parıltısı.
mevadd-ı süfliye: alçak ve basit maddeler.
muannid: inatçı.
mu’cizat-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri.
müsâvî: eşit, denk.
müstetir: gizli.
remiz: işaret, ima, dolaylı anlatım.
sarahat: sarihlik, açıkça.
semerat ve terakkiyat-ı insaniye: insanlığın elde ettiği meyveler, başarılar ve maddî-manevî ilerlemeler.
sırr-ı teklif: Cenab-ı Hakkın insanları bu dünyada belli sorumluluklar ile yükümlü kılarak imtihana tâbi tutmasının sırrı.
teklif-i İlâhî: Allah’ın insanları kulluğa ve dinine daveti.
terakkiyat-ı insaniye: insanlığın yükselişi ve ilerlemeleri.
uhrevî: ahiret âlemiyle ilgili.
umur-u gaybiye-i istikbaliye: gelecekteki bilinmeyen işler.