Milletleri, kavimleri içine alan, zihniyet ve telâkkileri değiştiren asr-ı hâzırın cereyanları, bu zatı Kur’ân ve iman davasındaki yolundan çevirememişti.
O, ruhundaki şecaat-i imaniye ile kat'î inanıyordu ki, dava ettiği hakikat bir gün milletçe benimsenecek; bir Said, binler, belki yüz binler Said olacak. İnsanlık camiasında, neşrettiği hakaik-ı imaniyenin fütuhatı ve inkişafı başlayacak ve âfâk-ı İslâm’ı saran zulmet bulutları Kur’ân’dan eline verilen bu meş’ale-i hidayetle dağıtılacak, ölmeye yüz tutmuş zannedilen iman ruhu yeniden canlanacak, canlara can katacak, manen ölmeye yüz tutan millet-i İslâmiyeyi ihya edecek, âleme efendi olan İslâmiyetin, biiznillâh, cihana efendiliğinin maddî manevî mübeşşiri olacaktı.
İşte bu kudsî hakikatin hâmili ve nâşiri olan ve hakikatte bugünkü beşeriyetin medâr-ı iftiharı bulunan bu aziz zat, din düşmanlarının plânıyla, vaktiyle bu beldeye gönderilmiş, Anadolu’da tesis ettirilen rejimin aleyhinde bulunmasına, fiilî müdahalesine mümanaat olunmuştu. Heyhat! Esasen kendisi siyasetten çekilmişti; ehl-i dünyanın dünyasına karışmıyordu. O, istikbali nurlandıracak bir hakikatin telif ve neşrine çalışıyordu. Kâinatın sahibi ve hâdiselerin mutasarrıfı olan Allah, onun hâmîsi, muîni ve yardımcısı idi.
İşte otuz sene sonra tekrar Barla’ya döndüğü zaman, hizmet-i imaniyesinde nâil olduğu büyük ikramları, inayetleri düşünerek, müşahede ederek mesrur oldu; ve sürurundan ağlıyordu, secde-i şükrana varıyordu.
Hâl-i hazırda Üstad Isparta’da ikamet eder. Bazen Emirdağı’na, bazen Barla’ya gider. Buraları, Risale-i Nur’un telif ve inkişaf merkezleri olduğu için ruhen çok alâkadardır. Hem kendisi doksan yaşına yaklaştığı ve birçok defalar zehirlendiği için rahatsızdır. Hastalığı tarif edilmeyecek derecede ağırdır ve şiddetlidir. Ruhen, hissiyatı kuvvetli ve âlem, bahusus âlem-i İslâm, bilhassa Risale-i Nur dairesi, vücud-u manevîsi hükmünde olduğundan, her iki vücudundaki ıztırap şediddir. Gerçi talebelerinin duaları ve neşr-i envâr-ı imaniye o ıztırabına bir merhem ve deva ise de, yine de pek vâsi şefkati itibarıyla zaman zaman ıztırabı şiddetlenmektedir. Bu itibarla, tebdil-i havaya çok muhtaçtır. Bir yerde fazla kalamıyor. Tebdil-i havaya çıktığı zaman hastalığı kısmen azalıyor, rahat nefes alabiliyor.
Tarihçe-i Hayat, s. 695
LÛGATÇE:
âfâk-ı İslâm: İslâmın ufukları, İslâmın geleceği.
asr-ı hazır: şimdiki asır.
fütuhat: fetihler.
hâmî: himaye eden, koruyan, gözeten.
hâmil: taşıyan, götüren.
nâşir: neşreden, yayınlayan, dağıtan.
meş’ale-i hidayet: doğru yolu gösteren lamba, ışık.
mübeşşir: müjdeleyen.
mümanaat: mani olma, engelleme.
neşr-i envâr-ı imaniye: iman nurlarının yayılması.
şecaat-i imaniye: imandan gelen cesaret, kahramanlık.
zulmet: karanlık.