Suâl: (HÂŞİYE-1) “Heyhât! Bize teselli veren şu ulvî emeli ye’se inkılâb ettiren ve etrafımızda hayatımızı zehirlendirmek ve devletimizi parça parça etmek için ağızlarını açmış olan o müthiş yılanlara ne diyeceğiz?”
Cevap: Korkmayınız; medeniyet, fazilet, hürriyet, âlem-i insaniyette galebe çalmaya başladığından, bizzarure terazinin öteki yüzü şey’en feşey’en hafifleşecektir. Farz-ı muhâl olarak, Allah etmesin, eğer bizi parça parça edip öldürseler; emin olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üç yüz olarak dirileceğiz. Başımızdan rezâil ve ihtilâfâtın gubarını silkip, hakikî münevver ve müttehid olarak kervan-ı benîbeşere pişdarlık edeceğiz. Biz, en şedid, en kavî ve en bâkî hayatı intâc eden öyle bir ölümden korkmayız. Biz ölsek de, İslâmiyet sağ kalır. O millet-i kudsiye sağ olsun. “Gelmesi muhakkak olan her şey, uzak da olsa yakındır.” (İbni Mace, Mukaddeme: 7/46.)
Suâl: “Gayr-i müslimlerle nasıl müsâvî olacağız?”
Cevap: Müsâvât ise fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise şah ve geda birdir. Acaba bir Şeriat “Karıncaya bilerek ayak basmayınız” dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdemin hukukunu ihmal eder? Kellâ! Biz imtisal etmedik. Evet, İmam-ı Ali’nin (ra) âdi bir Yahudî ile muhakemesi ve medar-ı fahriniz olan Salâhaddin-i Eyyubî’nin miskin bir Hristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim. HÂŞİYE-2
HÂŞİYE-1: Dehşetli ve hakikatli bir suâl.
HÂŞİYE-2: Eski Said, Nur’un parlak hâsiyetinden gelen kuvvetli ümit ve tam teselli ile siyaseti İslâmiyete alet yaparak, hararetle hürriyete çalışırken, diğer bir hiss-i kable’l-vuku ile dehşetli ve lâdinî bir istibdad-ı mutlakın geleceğini bir hadis-i şerifin manasından anlayıp, elli sene evvel haber vermiş. Said’in teselli haberlerini o istibdad-ı mutlak, yirmi beş sene bilfiil tekzip edeceğini hissetmiş ve otuz seneden beri ‘Eûzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaseti’ [Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım] deyip, siyaseti bırakmış, Yeni Said olmuştur.
Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, s. 182
LÛGATÇE:
gubar: toz.
hiss-i kable’l-vuku: bir şeyi olmadan önce hissetmek; önsezi.
istibdad-ı mutlak: hiçbir hak ve hürriyeti tanımayan tam baskı, tam diktatörlük.
muhakeme: yargılama.
mürafaa: duruşma, yüzleşerek muhakeme olma.
müsâvât: eşitlik.
müsâvî: eşit, denk.
pişdarlık: öncülük, önderlik.
şey’en feşey’en: yavaş yavaş.
ye’s: ümitsizlik.