İnsanın yaptığı kemâlât ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güvenemez. Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir.
Arkadaş!
Ye’se düşen adam, azaptan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenât ve kemâlâtı var; hemen o kemâlâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: “Bu kemâlât beni kurtarır, yeter” diye bir derece rahat eder. Halbuki a’male güvenmek ucbdur, insanı dalâlete atar. Çünkü insanın yaptığı kemâlât ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güvenemez.
Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i sanatı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da, insan almış değildir. Ancak o vücud hâvî olduğu garip sanat, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan, ancak bir tane insana aittir.
Ve keza, esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyâr sahibi insan iken, ef’al-i ihtiyâriye namıyla kendisine mal zannettiği ef’alin ekl, şürb gibi en âdi bir fiilin husulünde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana aittir.
Ve keza, insanın elindeki ihtiyâr pek dardır. Havâssının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez.
Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyârına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun?
Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taallûk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni-i Zîşuur’dur. Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın.
Binaenaleyh, mâlikiyet davasından vazgeç. Kendini mehasin ve kemâlâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü sû-i ihtiyârınla, sana verilen kemâlâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhûbedir, seyyiatın meksûbedir. Binaenaleyh, “Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü velâ havle velâ kuvvete illâ billah.” [Mülk ve hamd Ona mahsustur. Günahlardan sakınmak ve ibadete güç yetirmek ancak Onunla olur] de.
Mesnevî-i Nuriye, s. 78
LÛGATÇE:
a’mâl: Ameller, işler.
ef’al-i ihtiyariye: Kişinin kendi isteğiyle yaptığı işler, kişinin kendi ihtiyarî fiilleri.
ekl: Yemek.
esbab: Sebepler, vasıtalar.
hasenât: İyi ameller, iyi işler, hayırlar.
kemâlât: Kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
meksûbe: Kazanılmış, kesbolunmuş.
mevhûbe: Verilmiş, ihsan edilmiş, bağışlanmış.
lakîta: Atılmış sahipsiz mal.
mehasin: Güzellikler, iyilikler.
Sâni-i Hakîm: Hikmet sahibi olan, her şeyi sanatla ve hikmetle yaratan Allah.
şürb: İçmek.
temellük etmek: Sahiplenmek, kendine mal etmek.
ucb: Kendini beğenmişlik, kibir, gurur.
ye’s: Ümitsizlik.