Eğer denilse: “Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler, şerler; o ihatalı rahmete münafidir, bulandırıyor.”
Elcevap: Risale-i Kader gibi Nurun risalelerinde bu dehşetli suale tam cevap verilmiş. Onlara havale ile, kısacık bir işareti şudur:
Her bir unsurun, her bir nev’in, her bir mevcudun, küllî ve cüz’î müteaddit vazifeleri ve o her bir vazifenin çok neticeleri ve meyveleri var. Ve ekseriyet-i mutlakası, maslahat ve güzel ve hayır ve rahmettirler. Ve az bir kısmı, kabiliyetsizlere ve yanlış mübaşeret edenlere veya ceza ve terbiyeye müstahak olanlara veya çok hayırları sümbül vermeye vesile olanlara rast gelir; zâhirî, cüz’î bir şer, bir çirkinlik olur, bir merhametsizlik görünür. Eğer o cüz’î şer gelmemek için rahmet tarafından o unsur ve küllî mevcut o vazifesinden men edilse, o vakit bütün hayırlı, güzel sair neticeleri vücut bulmaz. Bir hayrın ademi şer ve bir güzelliğin bozulması çirkinlik olması itibarıyla, o neticeler adedince şerler, çirkinlikler, merhametsizlikler husul bulur. Demek, bir tek şer gelmemek için yüzer şerler, merhametsizlikler irtikâb edilir ki, bütün bütün hikmete, maslahata, rububiyetteki rahmete muhalif düşer. Meselâ, kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri, maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, sû-i ihtiyârlarıyla kendileri hakkında şer yapsa, meselâ elini ateşe soksa, “Ateşin hilkatinde rahmet yoktur” dese, ateşin had ve hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merhametli faydaları onu tekzip edip ağzına vurur.
Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve akıbeti görmeyen hissiyatı, kâinatta cereyan eden rahmaniyet ve hâkimiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mihenk ve mizan olamaz. Kendi âyinesinin rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalp, kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. Fakat iman gözüyle baksa, yetmiş güzel hulleleri giymiş bir Cennet hûrisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan nev’ini bir kâinat-ı suğra ve her bir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder. Bütün ruh u canıyla, “Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemîn. Er-Rahmani’r-Rahîm. Mâliki yevmi’d-dîn”* der.
* “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. • O Rahman’dır; rahmeti bütün varlıkları kuşatır ve bütün yaratıklarının her türlü rızkını merhametle yetiştirir. O Rahîm’dir; yaratıklarına karşı pek şefkatli ve merhametlidir. · O, hesap gününün sahibidir.” (Fatiha Suresi: 2-4.)
Şualar, On Beşinci Şua, s. 643
LÛGATÇE:
adem: yokluk, olmama.
âlem-i asgar: küçük bir âlem; insan.
hilkat: yaratılma, yaratılış.
hodgâm: kendi keyfini düşünen, bencil.
ihatalı: kuşatıcı.
insan-ı ekber: büyük bir insan.
irtikâb etmek: kötü bir iş yapmak.
kâinat-ı suğra: küçük bir kâinat.
maslahat: iyi olan ve iyiliğe yol açan, hayır getiren, fayda sağlayan şey.
mübaşeret: bir işe başlama, girişme, tutuşma.
münafi: zıt, aykırı.
rububiyet: rablık, Allah’ın terbiye ediciliği.
sû-i ihtiyar: kötü seçim, iradeyi kötüye kullanmak.
zulümat: karanlık.