Kalb, hayatın kaynağı ve makinesidir.
Ruhun kalb içinde, ya da en evvel kalb ile taalluku olduğuna ve ruhun taayyünleri kalb olduğuna káil olup hüküm eden büyük ulemadan Fahreddin-i Razî’dir. Bediüzzaman da “Ruhun tekemmülâtına göre, merâtib-i muhabbet, merâtib-i esmâya göre inkişaf eder.”1 demiştir.
Sadâkat ruhun iksiridir. “Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir.”2 Onunla terakkî eder, kemâl bulur. Bediüzzaman’ın talebelerinin de sadâkat ile şiddetli imtihan olacağı rivayet edilmiştir. Bir kul esma ve sıfât-ı İlâhiyeyi tefekkür ede ede ruh âlemi ve sır âlemi yan yana esmâ-yı İlâhiyeye mazhar olunca istiğrak vuku buluyor. Daire-i esbabdan geçip, terk-i mâsivâ sırrıyla mümkinattan alâkasını kesen ehass-ı havassın istiğrak-ı mutlak hâletine mazhar olduğu bilinir. “Evet, her mü’minin kendine mahsus bir huzur, huşû, tefeyyüz, tecerrüd ve istiğrak hâli vardır. Ve herkes, iman ve irfanı, salâh ve takvâsı, feyiz ve mâneviyatı nisbetinde bu İlâhî hazdan feyizyâb olabilir. Lâkin bu güzel hâl, bu tatlı visal ve bu emsalsiz haz, geçen ayet-i kerimedeki3 ihsân erbabı olan(Allah’ı görür gibi ibadet eden) o büyük mücâhidlerde her zaman devam ediyor. Ve işte onlar, bu sebepten dolayıdır ki, Mevlâyı unutmak gafletine düşmüyorlar. Nefisleriyle, arslanlar gibi bütün ömürleri boyunca çarpışıyorlar. Ve hayatlarının her lâhzası, en yüksek terakkî ve tekâmül hatıraları kaydediyor. Ve bütün varlıkları, o cemâl, kemâl ve celâl sıfatlarıyla muttasıf olan Rabbü’l-Âlemînin rızasında erimiş bulunuyorlar.”4
Ruh zamanla mukayyet değil
Mesnevî-i Nuriye’de ruhun manen terakkisine şöyle bir misal verilir. “Rüyada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatte o işlere bedel Kur’ân okumuş olsaydın, birkaç hatim okumuş olurdun. Bu hâlet evliya için hâlet-i yakazada inkişaf eder. Zaman inbisat eder. Mesele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zamanla mukayyed değildir. Ruhu cismâniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri, sür’at-i ruh mizanıyla cereyan eder.”5 Evet nasıl ki (ruha nisbeten,) dün ile bugün arasındaki perde gayet ince bir şey olup, ruhun bugünden düne ve maziye geçip nüfuz etmesine mani olmadığı halde, cesede nisbeten o hicab, bir sene, belki ebed kadar bir mesafedir. Öyle de; ehl-i kalb ve ruh için mülk ve melekût, dünya ve ahiret aralarındaki hicab gayet ince ve şeffaf olduğu halde, fakat ehl-i nefis ve heva-i cismanî için gayet derece kalın ve kesiftir.
Ruhun manevî güzelliği…
Ruhun manevî güzelliği, ilim vasıtasıyla tezâhür eder. Ruhta kemâlin tezahürü şevktir, sürurdur, muhabbettir, şefkattir, hilmdir, ünsiyettir. Bunları derece-i âlâya çıkaran iman, merifetullah, muhabbetullah ve müşahadetullahtır. Yaradılışımızın gayesi marifetullah ise marifetullahın da gayesi var; her bir anında Allah’la beraber olmak.“Iman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp kalbe, ruha teslim ettiği için, maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünkü kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.”6 Ruhun bütün manevî terakkileri ve vicdanların umum İlâhî tekemmülleri ve aklın tam olgunlaşması ve keza, akılların içinde hayrete düştüğü fikir terakkîlerinin semere verdiği hâl ve vaziyetleri, tamamen teklif ile meydana gelir.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 1046.
2- ESDE, Hutbe-i Şamiye, s. 367.
3- Bizim uğrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarımızı gösteririz. Ve hiç şüphe yok ki, Allah muhsinlerle (Allah’ı görür gibi ibadet eden mücahidlerle) beraberdir.(Ankebut Suresi: 69)
4- Tarihçe-i Hayat, s. 24, Önsöz, Ali Ulvi Kurucu
5- Mesnevî-i Nuriye, s. 314.
6- Sözler, s. 339.