ÖLÜM DE HAYAT KADAR MAHLÛK VE MUNTAZAMDIR
İkinci Sual: Furkan-ı Hakîm’de “Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da O yarattı.” [Mülk Sûresi: 2.] gibi ayetlerde, “Mevt dahi hayat gibi mahlûktur; hem bir nimettir” diye ifham ediliyor. Halbuki zâhiren mevt inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdimü’l-lezzattır. Nasıl mahlûk ve nimet olabilir?
Elcevap: Birinci sualin cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebdedir, bir hayat-ı bâ- kiyenin mukaddimesidir. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünkü en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i sanat olduğunu gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizacât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sünbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.
Hem zîhayat ve meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe’ olduğundan, “O mevt, onların hayatından daha muntazam ve mahlûk” denilir.
İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti böyle mahlûk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir.
Amma mevt nimet olduğunun ciheti ise, çok vücuhundan dört vechine işaret ederiz:
• Birincisi: Ağırlaşmış olan vazife-i hayattan ve tekâlif-i hayatiyeden âzâd edip, yüzde doksan dokuz ahbabına kavuşmak için, âlem-i berzahta bir visal kapısı olduğundan, en büyük bir nimettir.
• İkincisi: Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs’atli, sürurlu, ıztırapsız bâkî bir hayata mazhariyetle, Mahbub-u Bâkî’nin daire-i rahmetine girmektir.
• Üçüncüsü: İhtiyarlık gibi, şerâit-i hayatiyeyi ağırlaştıran birçok esbab vardır ki mevti hayatın pek fevkinde nimet olarak gösterir. Meselâ, sana ıztırap veren pek ihtiyâr olmuş peder ve validen ile beraber, ceddin cedleri, sefalet-i halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı, hayat ne kadar nikmet, mevt ne kadar nimet olduğunu bilecektin. Hem meselâ, güzel çiçeklerin âşıkları olan güzel sineklerin, kışın şedâidi içinde hayatları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır.
• Dördüncüsü: Nevm, nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir –hususan musîbetzedeler, yaralılar, hastalar için.
Öyle de, nevmin büyük kardeşi olan mevt dahi, musibetzedelere ve intihara sevk eden belâlarla mübtelâ olanlar için ayn-ı nimet ve rahmettir.
Amma ehl-i dalâlet için, müteaddit Sözlerde kat’î ispat edildiği gibi, mevt dahi hayat gibi nikmet içinde nikmet, azap içinde azaptır; o, bahisten hariçtir.
Mektubat, s. 19
LÛGATÇE:
adem: Yokluk.
âlem-i berzah: Ruhların kıyamete kadar kalacakları âlem.
ayn-ı nimet ve rahmet: Nimet ve rahmetin ta kendisi.
hâdimü’l-lezzat: Lezzetleri mahveden, yıkan.
halk: Yaratma.
ifhâm: Anlatma, bildirme.
imtizacat-ı unsuriye: Elementlerin birleşmesi, kaynaşması.
inhilâl: Çözülme, bozulma, dağılma.
Mahbub-u Bâkî: Sonsuz sevilen; Allah.
mebde: Başlangıç.
mevt: Ölüm.
nikmet: nimetsizlik, ceza, şiddetli ceza.
şedaid: şiddetler, zorluklar; eziyetli, zahmetli, sıkıntılı durumlar, haller.
şerait-i hayatiye: hayat şartları.
tefessüh: çürüme, bozulma.
teşekkülât-ı zerreviye: atomların teşekkülü, şekillenmesi.
vüs’atli: geniş.