Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Deniliyor ki: “Neden Nur Şakirdlerinin kuvvetli hüsn-ü zanları ve kat’î kanaatleri, senin şahsın hakkında Nurlar’a daha ziyade şevklerine medar olan bir makamı ve kemâlâtı şahsına kabul etmiyorsun? Yalnız Risale-i Nur’a verip, kendini çok kusurlu bir hâdim gösteriyorsun?”
Elcevap: Hadsiz hamd ve şükür olsun ki, Risale-i Nur’un öyle kuvvetli ve sarsılmaz istinad noktaları ve öyle parlak ve keskin hüccetleri var ki, benim şahsımda zannedilen meziyete, istidada ihtiyacı yoktur. Başka eserler gibi müellifin kabiliyetine bakıp, makbuliyeti ve kuvveti ondan almıyor. İşte meydanda, yirmi senedir kat’î hüccetlerine dayanıp, şahsımın maddî ve mânevî düşmanlarını teslime mecbur ediyor.
Eğer şahsiyetim ona ehemmiyetli bir nokta-i istinad olsaydı, dinsiz düşmanlarım ve insafsız muarızlarım kusurlu şahsımı çürütmekle, Nurlar’a büyük darbe vurabilirdiler. Halbuki o düşmanlar, divaneliklerinden, yine her nevi desiselerle beni çürütmeye ve hakkımda teveccüh-ü ammeyi kırmaya çalıştıkları halde, Nurlar’ın fütuhatına ve kıymetine zarar veremiyorlar. Yalnız bazı zayıf ve yeni müştakları bulandırsa da vazgeçiremiyorlar.
Bu hakikat için, hem bu zamanda enaniyet ziyade hükmettiği için, haddimden çok ziyade olan hüsn-ü zanları kendime almıyorum. Ve ben, kardeşlerim gibi, kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum. Hem kardeşlerimin bu bîçare kardeşlerine verdiği makam-ı uhre- vî, hakiki, dinî makam ise, Mektubat’ta İkinci Mektub’un âhirindeki kaideye göre, şahsıma verdikleri mânevî hediye olan kemâlâtı, eğer –hâşâ!– ben kendimi öyle bilsem, olmamasına delildir. Kendimi öyle bilmesem, onların o hediyesini kabul etmemek lâzım geliyor.” Hem kendini makam sahibi bilmek cihetinde enaniyet müdahale edebilir.
Bir şey daha kaldı ki, dünya cihetinde hakaik-ı imaniyenin neşrindeki vazifedar, makam sahibi olsa, daha iyi tesir eder denilebilir.
Bunda da iki mani var:
Birisi: Faraza velâyet olsa da, bilerek, isteyerek makam yapmak tarzında, velâyetin mahiyetindeki ihlâs ve mahviyete münâfîdir. Nübüvvetin vereseleri olan Sahabeler gibi izhar ve dâvâ edemezler; onlara kıyas edilmez.
İkinci mani: Pek çok cihetlerle çürütülebilir ve fânî ve cüz’î ve muvakkat ve kusurlu bir şahıs sahip olsa, Nurlar’a ve hakaik-ı imaniyenin fütuhatına zarar gelir.
Fakat bir nokta var ki, mucib-i şükrandır: Ehl-i siyasetteki düşmanlarım, mezkûr hakikatleri bilmedikleri için, şerefli, izzetli Eski Said’i düşünüp mütemadiyen Nurlar bedeline benim şahsıma ihanet ve tenkis etmekle meşgul oluyorlar. Bazı mutaassıp enaniyetli hocaları da şahsımın aleyhine çeviriyorlar, güya Nurlar’ı söndürmeye çalışıyorlar. Halbuki Nurlar’ı daha ziyade parlattırmaya vesile oluyorlar. Nurlar, âdî şahsımdan değil, Kur’ân güneşinin menbaından nurları alıyor.
Emirdağ Lâhikası, 170. mektup, s. 263
LÛGATÇE:
hakaik-ı imaniye: İmana ait hakikatler, imanî gerçekler.
hüccet: Delil.
istidad: Kabiliyet, yetenek.
istinad: Dayanak.
meziyet: Bir şeyi başkalarından ayıran vasıf, üstünlük ve değerlilik vasfı.
nübüvvet: Peygamberlik.
teveccüh-ü amme: Genel teveccüh; insanların yönelişi, ilgisi, beğenisi.