"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risale-i Nur serapa estetik manzumesidir

06 Aralık 2013, Cuma
Adem Özkan: “Estetik ve güzel, benzer kelimeler olarak düşünüldüğünde, Risale-i Nur serapa estetik manzumesidir. Allah’ın güzel isimleriNİN (Esma-i Hüsna) Risalelerin doğduğu mekândır. Diyebilirim ki, Risale-i Nurlar Esma-i Hüsna gülistanında açmış bir gül’dür. Zerreden –galaksilere Bediüzzaman her şeye esma ve estetik bakışı ile bakar.”
Bir kabirde açılmış bir delik gören Peygamberimiz (asm), buranın kapatılmasını emreder. Kendisine sorarlar: “Bunu yapmanın kabirdekine bir yararı olacak mı?” Bu soruya, “Hayır” karşılığını verir. Peygamberimiz (asm), “Ona ne yararı, ne de zararı var; fakat dirilerin gözünü rahatsız eder.” İslâm’daki estetik anlayışının kaynağı olabilecek bir öz bu. Hayatın her alanını içine alan bir güzel bakış. Yalnızca görüntü güzelliğini vurgulayan bu bakış, insanın bütün davranışlarını, başka insanlarla, hatta hayvan, bitki ve cansızlarla ilişkilerini, iç dünyasındaki arayışlarını, yönelişlerini düzenleyici bir mahiyet sergilemektedir. (Taha Çağlaroğlu, Sonsuzluğun Yankısı; Köprü Dergisi Sayı:71)
İstisnasız Hz. Âdem’den bu yana her toplumda hayatı estetize etmeye yönelik gayretler olagelmiştir. Bu gayretler bize kuşkusuz ki insanın yaratılışında var olan bir estetik anlayışının delilidir. Yaratıcı insan ve varlık arasında insana verdiği beğeni duygusu ile ilişki kurmaktadır. Ve insan bir estetik arayışı içindedir. Bu estetik arayışı ise olsa olsa mutlak güzele olan özlemin yansımasıdır. Bâki âlemde mü’minlere gösterilecek güzelliklerin bir yansımasının arayışı içindedir insanoğlu. Cenâb-ı Hakk’ın esmasının tecellilerinin gölgelerinin gölgelerinde bir estetik arayışı, insanın içindeki sonsuzluğa özlemi bir nebze olsun belki de teskin etmektedir. İnsan, hayatı mümkün olduğu kadar lâtifleştirmeye çalışmaktadır. İnsanî ilişkilerimizde bile aslında bir estetik olgusu mevcuttur. Kâinat, kâinat kitabı olan Kur’ân, insan, dolayısıyla yaratılmış her bir şey arasında bir estetik algısı mevcuttur. İnsanın yaratılışında var olan bu estetik arayışından hareketle ‘estetik’ kavramı üzerinde duralım istedik. TRT’de Yapımcı ve Yönetmen olan Âdem Özkan ile ‘estetik’ üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

 Estetik nedir?
öz, kulak, gönül ve zihne hoş gelen şeylerdir estetik. Güzelliğin kaynağında: “Ben gizli bir hazine idim. Görünmek ve bilinmek istedim. Kâinatı yarattım. Ta onunla kendimi bileyim.” Hadis-i Kudsisi vardır. Bu gerçeğin bir gereği olarak; Sanii Zülcemal’in bir gölgesi, bir cilvesi bütün mevcudatı, bütün kâinatı serbeser güzelleştirmiş. Onun içindir ki, ezelden ebede güzel olarak yapılan ve yapılacak olan her ne varsa, işte bu kaynağa borçludur.

 Batı’daki estetik kavramı ile İslâm estetiği arasında bir fark var mıdır?
Batıda estetik, sadece güzelde ve güzellikte kalır. Sanat yüceltilir. Sanatın doğduğu ve sanatçının ilham aldığı kaynak seküler anlayışa kurban edilir. Batı bu konuya mana-yı ismi ile bakar. Sadece: “Ne güzel” der.  İslâm estetiğinde ise sanat, daima Sanatkâra giden bir yoldur. Güzel, daima bir Güzeldendir. İslâm bu konuya mana-yı harfi ile bakar ve: “Ne güzel yapılmış” der.
Müslüman bir sanatçı tabiattaki güzelliklerden yola çıkar. En büyük, tek ve en güzel eserler sahibi olan Büyük Sanatkârı taklit etmeye çalışır. Onun eserlerindeki isim ve sıfatlarının tecellilerinden istifade eder. Bu bakış açısını anlatmak için yıllar önce bir dergide gördüğüm basit, ama gerçeği kitabın ortasından söyleyen bir karikatürü paylaşmak istiyorum:
Bir ressam önünde tuali, elinde fırçası. Karşısında tabiattan muhteşem bir manzara. O güzelliği tualine aktarmış. Artık, son fırça darbeleri. İşini başarıyla tamamlamış olmanın verdiği muzaffer bir ordu komutanı edasında. O sırada yanına gelen bir sanatsever: “Sen ne büyük bir sanatçısın!” diyerek takdirini belirtir. Şimdi birlikte düşünelim: Burada büyük olan, gerçekten cansız ve taklit olan resmi yapan ressam mı, yoksa karşısındaki yaşayan ve her zaman tazelenen canlı güzellik tablolarını ona ilham kaynağı olarak sunan, görmediğimiz Sanatkâr mı?
Sanatçı elbette çabası nispetinde bir değere sahiptir. Burada sanatçıyı değerli kılacak olan, onun, Gerçek Sanatçı karşısındaki konumunu bilmesidir. Bu haddini bilmektir. Sanatçı Sani-i Zülcelâli hatırlatma sebebi olmalıdır. Bütün İslâmî sanatlar bu kabildendir. Kur’ân yüzlerce âyetinde, kâinata boş bakmamamızı ve tefekkürü hatırlatır daima. Onun için Efendimiz (asm) “Bir saat tefekkürün, bir yıl nafile ibadete tercih edileceğini” bildirir.

 Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hadis-i Şeriflerin güzellik öğretisi nasıldır?
Kur’ân insana: “İnsanın en güzel şekilde yaratıldığı” gerçeğine dikkat çekerek güzelliği öğretir. Kendi güzelliğini idrak ettirme ile işe başlar. Kur’ân’ın insanlara anlattığı güzellik, hayatın içindedir. Güzellik kavramı Kur’ân’la birlikte müzeden çıkar. Yediğimiz yemekten, kullandığımız eşyaya, yaşadığımız mimarî alanlardan, insan ilişkilerine, dünya ve ölüm sonrasına kadar uzanan her alanı kapsar. İslâm toplumunda, medeniyetin gelişmesinin ana motoru hiç şüphesiz ki Kur’ân-ı Kerim’dir. Onun içindir ki, ‘İslâm Medeniyetine’ ‘Kur’ân Medeniyeti’ de denir. Medeniyet, o toplumun bilim, sanat ve kültürüdür. Kısacası, bir yaşama biçimidir.
Hayat kitabı olarak gönderilen Yüce Kur’ân, yaşadığımız hayatın her alanında güzel olmayı, güzel yapmayı, güzeli aramayı kısaca estetik bir hayat yaşamayı öğretir bize. Hem de “Yaşayan Kur’ân” Hz Muhammed ile. “Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti.” buyuran Peygamberimiz (asm), çok açık ve net bir şekilde: “Allah güzeldir ve güzel olanı sever”  hakikati ile Müslüman insan için “estetik” hayat tarzından başka bir yolun olamayacağını öğretir.

Kur’ân-ı Kerîmde inanç, ibadet ve davranış estetiği:

Kur’ân-ı Kerîmde inanç, ibadet ve davranışlar bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Biri, diğeri olmadan eksik kalır. İç içe olmalıdır. Dün de bugünde Müslümanların, insanlık için örnek model olamayışının yegâne sebebi budur. Birini yaparken diğerinin eksik bırakılmasıdır. Hâlbuki inancımız ibadetlerimize, ibadetlerimizde davranışlarımıza yansıdığında -lisan-ı kal ve lisan-ı hal keyfiyeti- ideal hayat tarzı ortaya çıkacaktır.
Kur’ân, insandaki imanın kemali ile öncelikle iç güzelliği, akabinde ise dış güzelliği ister. Namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetlerde ise rıza-yı İlâhî ile birlikte, gerek bireysel, gerekse toplumsal güzelliklerin ortaya konmasını emreder.
Kur’ân’daki güzel davranışların ifade şekli, baştan sona hayatın estetik olması üzerine kurguludur: “En güzel Yaratıcı, Allah’ın güzel isimleri, en güzel kıssa, güzel zan’da bulunmak, güzel sabır, güzel sözlü olmak, güzel işlerde aracı olmak, güzel borç vermek, güzel örnek, güzel rızık, güzel tebliğ, anlaşmaları güzel yazmak” vb. Kur’ân’ın tüm emir ve yasaklarında en temel gaye, insan ve toplumda güzel davranışların oluşup, yaygınlaşmasını sağlamaktır.

Kur’ân-ı Kerîmde estetiğin (güzelliğin) nitelikleri: Kusursuzluk, ölçü ve ahenk, simetri ve orta yol olarak ifade eder. (Zuhruf, Furkan, Fatiha vd.)
 

Risale-i Nur’daki estetik anlayıştan nasıl bahsedebiliriz?
Estetik ve güzel, benzer kelimeler olarak düşünüldüğünde, Risale-i Nur serapa estetik manzumesidir. Allah’ın güzel isimleri (Esma-i Hüsna) Risalelerin doğduğu mekândır. Diyebilirim ki, Risale-i Nurlar Esma-i Hüsna gülistanında açmış bir gül’dür. Zerreden –galaksilere Bediüzzaman her şeye esma ve estetik bakışı ile bakar.
Bu sözlerimin ne anlama geldiğini risalelerden orijinal olarak alıntılayacağım bir kaç satır bunu en güzel şekilde ifade edecektir:
“Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zat, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan edici âşıkları icat etmesin? Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.”
“Güzel şeylere muhabbetin, mâdem Sâni’leri hesâbınadır, “Ne güzel yapılmışlar” tarzındadır. O güzel âsârdan ef’âl-i İlâhiyenin güzelliğine intikal ettirir; ondan esmânın güzelliğine, ondan sıfatın güzelliğine, ondan Zât-ı Zülcelâlin cemâl-i bîmisâline karşı kalbe yol açar. İşte bu muhabbet, bu sûrette olsa, hem lezzetlidir, hem ibâdettir ve hem tefekkürdür. (Sözler, s. 588.) “Ayrı ayrı güzel kokular ve hoş tatmaklar içinde birer mu’cize-i kudret olan tohumlar ve çekirdekler, gayet zâhir bir sûrette, bir Sâni-i Hakîm, Kerîm, Rahîm, Muhsîn, Mün’im, Mücemmil, Mufaddıl’ın vücûb-u vücudunu ve vahdetini ve cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rubûbiyetini gösterir. (Mesnevî-i Nuriye, s.124.)
Türkiye’de radyoda ilk Kur’ân okuma tarihi: 6 Temmuz 1950’dir. Bediüzzaman, bu tarihte radyodaki güzel sesli hafızın tilâvet ettiği bu Kur’ân’ı dinlediğinde “Radyo, milyonlar dilli bir hafızdır. Bu nimete şükür gerekir...” diyerek derinlikli bir bakış açısı ortaya koyar. Birisi; gelişen teknolojiye nasıl bakılması gerektiği, ikincisi ise estetik olarak yapılan hizmet ve sunumların büyük neticeler doğuracağıdır.

 İnsan ilişkilerinin de bir estetik boyut olabilir mi?
Hiç şüphesiz. İnsan “en güzel şekilde yaratılmış” olduğundan, fıtratının gereği olarak ilişkilerinde de estetik olması gerekir. Güzel olan kaba, güzel şeyler konur. Kuyumcu vitrinine kaba saba tenekeler nasıl yakışmazsa, insana da estetik olmayan haller yakışmaz. Dünyada gelmiş geçmiş en estetik insan, hiç şüphesiz ki Hz. Muhammed’dir (asm). Kapısı vurulduğunda gelen misafirlerine dağınık çıkmamak için içi su dolu küpe giderek, oradaki yansımadan yararlanıp saçını başını düzeltmesi bunun en ince örneklerindendir. Bugün insan ilişkilerinde; kılık kıyafet temizliği ve uyumu, yüzüne tebessümle bakmak, anlaşılır konuşmak, argodan uzak durmak, sıcak temas gibi güven verici haller, en güzel şekli ile Hz. Peygamberde (asm) mevcuttur. O, bütün insanlık için estetikte de bir deniz feneridir. “Sünnet-i Seniyyenin hiçbir meselesi yoktur ki altında bir nur, bir edeb bulunmasın.” Sözleri de bu gerçeğe yapılan en güçlü bir vurgudur. Bu modele yakınlık, ilişkileri güzelleştirir, uzaklık ise ilişkileri bozar.

Ali İmran; 148 “Allah muhsinleri sever” Âyeti bize estetik üzerine bir şeyler çağrıştırabilir mi? Bediüzzaman’ın “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” sözünü bu bağlamda nasıl değerlendirebiliriz?
Muhsin, Allah’ı her an, her yerde görür gibi yaşamaktır. Yüce Kur’ân, bu şekilde yaşayanları da hiç şüphesiz Rabbinin çok sevdiğini belirtir. Bu iman şuuru ile yaşanırsa; o zaman Bediüzzaman’ın: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” sözlerinin, âyetle ne kadar hikmetli bir şekilde kucaklaştığına şahit olunur. Kul, Rabbi onu görüyorken, hangi şeyi kötü görüp, çirkin yapabilir ki?

 İslâm sanatından bahsedilebilir mi? Mimarî, hat, tezhip, minyatür gibi sanatlar hangi ihtiyaçtan doğmuştur?
Fıtratı güzellikle yoğrulan insan elbette daima güzeli arar. Bir Müslüman için rehber, Kitabı ve o kitabın gönderildiği en güzel örnek Peygamberidir. Bu iki önemli kaynak güzelden ve güzellikten sürekli bahsedip yol gösterirken, bundan gafil kalınabilir mi? Durum böyle olunca, mimariden tutun, tezyini sanatlar içerisinde yer alan; hat, tezhip, ebru, minyatür gibi İslâm sanatları ortaya çıkmıştır.
Müslüman sanatçı da, ibadet ettiği mabedleri, ilim öğrenilen yapıları, toplumun yararlandığı diğer mekânları ve oturacağı evleri, dininin kendisine sunduğu bakış açısı ile güzelleştirmiş ve kendisine özgün bir sanat üslûbu ortaya koymuş. İslâm sanatçısı kendisini fani gördüğü için evlerini ahşaptan, cami, medrese, çeşme, hamam, han gibi eserleri ise ebediliğin sembolü olarak taştan yapmış. Yapılarda tabiattaki denge daima korunmuş. Süsleme unsurları olarak ta geleneksel İslâm sanatları vücut bulmuş. Yüce Kur’ân’ın âyetleri ve Hz. Peygamberin (asm) hadisleri her gün bakıp ta ders alınacak yerlere, en büyük hattatlar tarafından, sanatın en ince ayrıntıları dikkate alınarak, en estetik bir şekilde nakşedilmiş. Ayrıca bu ulvilikleri, tezhip gibi sanatlarla bir edep üslûbu ile bezeyerek adeta yalancı cennet bahçesine çevirmişler. Hattatın hattı, müzehhibin tezhibi, nakkaşın nakşı, mimarın eseri Kelâm-ı Kadim ile güzelleşerek, insanlığa güzellikler ilham etmiştir.
İslâm sanatının estetik amacı; seyredenleri kişi ve dünya üzerinde fazla durmaktan uzaklaştırıp, ezelî ve ebedî olan Sevgili Rabbine yaklaştırmak olmuştur.

YÜKSELEN GÖKDELENLER, ÖLEN İSTANBUL’UN MEZAR TAŞLARIDIR

 Geçmiş yüzyıllarda ki mimarî yapıları göz önünde bulundurursak birçok devleti bu mimarî yapılarla anıyoruz. Bu zamanla kıyaslarsak gelecek nesiller bizi estetik olarak nasıl hatırlayacaklar?
Günümüz Türkiye’si ve İslâm Dünyası maalesef bu konuda sınıfta kalmıştır. Dünün inançla, tabiatla ve fıtratla orantı halinde inşa ve imar edilen estetik yapıları, bugün son derece kaba, ruhsuz, estetikten mahrum birer yığıntılar şeklinde arzı endam etmekte. Her biri bir estetik ve zarafet abidesi olarak duran nice tarihî eserimiz var. Ama ne hazindir ki, önünden sadece duygusuz ve tefekkürsüz bir şekilde geçip gidiyoruz. Bu konuda özellikle yönetticilerin, mimarların, zenginlerin ve sanatkâr geçinenlerin hiç değilse yarını kurtarmak adına durup bir daha düşünmeleri gerekir. Çünkü ilham verecek kaynaklar, gözlerinin önünde Ağrı Dağı durmakta. Dünün Süleymaniyelerini, Selimiyelerini yapanların torunlarına bu durum hiç ama hiç yakışmıyor. Medeniyetimizin kadim payitahtı olan İstanbul, bu konuda hiç iyi bir imtihan vermiyor. İstanbul’da bugün olanları, İslâm sanatı üzerine büyük birikimleri ve kendisi de gerçek bir İstanbul Beyefendisi olan Prof. Uğur Derman Bey’in şu sözleri özetliyor: “Yükselen gökdelenler, ölen İstanbul’un ağlayan mezar taşlarıdır.” İnşallah yine de ümitsiz değiliz. Öncelikle manevî mimarların aklı, kalbi ve ruhu ihya ettikleri bu ülkede, Mimar Sinan’a lâyık torunlar da elbette çıkacaktır.

Âdem Özkan kimdir?
İlahiyatçı, TRT’de Yapımcı-Yönetmen, Ramazan Sevinci, Düşünce İklimi, Yolcu, Hac Yolunda, İslâm Bilim Tarihi, Suriye Belgeseli, Avrupalı Müslümanlar Belgeseli, Osmanlı Arşivleri, Sonsuzluk Yolcusu, Kur’ân Sevgisi, Mescid-i Aksa ve yurt içi-dışı Kandil canlı yayınları ve daha birçok yapımda yapımcı, yönetmen ve genel koordinatör olarak görev aldı. Ayrıca İBB için hazırlanan 2013 yapımı “İstanbul’da Kur’ân Estetiği” belgeselinin de özgün öneri, metin yazarı, konsept danışmanı ve yönetmenliğini yaptı. Halen çalışmalarına TRT’de devam etmektedir.
 
 
Habibe Işık
[email protected]
Okunma Sayısı: 4980
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı