CHP’den ayrılan siyasetçi Enver Aysever, yeni anayasada Türklük ve Atatürk ilke ve inkılâpları vurgusunu önemli bulmadığını belirterek, “Ben ‘laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hak ve hürriyetleri’ vurgusunu önemli buluyorum. Buna inanan milletvekillerinin olabilmesi için kim neye nasıl inanıyorsa ona göre yemin etsin” diye konuştu.
İlke ve inkılâplar yerine laiklik, demokrasi, hukuk
ENVER AYSEVER: YENİ ANAYASADA TÜRKLÜK VE ATATÜRK İLKE VE İNKILÂPLARI VURGUSUNU ÖNEMLİ BULMUYORUM. BEN "LAİKLİK, DEMOKRASİ, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ, İNSAN HAK VE HÜRRİYETLERİ" VURGUSUNU ÖNEMLİ BULUYORUM. BUNA İNANAN MİLLETVEKİLLERİNİN OLABİLMESİ İÇİN KİM NEYE NASIL İNANIYORSA ONA GÖRE YEMİN ETSİN. İSTER KUR'ÂN'A EL BASSIN İSTER İNANMIYORSA NAMUS SÖZÜ VERSİN."
Yeni anayasa çalışmalarında üzerinde durulan konulardan biri de Atatürk ilke ve inkılâpları. Bu maddenin savunucusu gibi görünen ise Cumhuriyet Halk Partisi. Yeni Anayasayı tartışmadan önce Türkiye siyasal sisteminin tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Bir taraftan “cumhuriyet elden gidiyor” tartışmaları yapılırken TC’nin yapısının da masaya yatırılması yeni anayasa öncesinde fikir verici olabilir. Biz de bu hafta CHP’den siyasete giren daha sonra ise CHP’den istifa ettiğini söyleyen Enver Aysever’le konuştuk. Moda deyimle ayrı mahallelerin Türkiye siyasal sistemi üzerine bakışını ortaya koymaya çalıştık. Ortaya çıkan sonucu sizin değerlendirmeniz daha yerinde olacaktır.
*Son dönemdeki “Cumhuriyet elden gidiyor” veya “Cumhuriyet halka mal oluyor,” tartışmalarını nasıl yorumluyorsunuz?
* iki açmaz üzerinden yapılan tahliller içinde bulunduğum dar entelektüel kitleyi çok rahatsız ediyor. “Cumhuriyet elden gidiyor” demek için çok geç, çünkü elli altmış yıl önce zaten elden gitmiş. Kaldı ki 1930-50 arasındaki uygulamalar da cumhuriyetin yüz akı uygulamalar değil. “Cumhuriyet elden gidiyor” diyen insanların yaşam biçimlerini tehdit altında hissettikleri için böyle bir söylem içerisinde olduklarını düşünüyorum. Öbür taraftan “Cumhuriyet halka mal oluyor” lâfı tamamen bir safsata. Bunun böyle olabilmesi için halkın kendi egemenlik alanının kendi elinde olması gerekir. Küresel kapitalizmin bütün kurum ve kuruluşlarıyla Türkiye’ye dayandığı bir süreçte Cumhuriyet nesiyle halka mal oluyor? Bu sadece Adalet Kalkınma Partisi’yle de ilgili bir süreç değil.
*Bazı insanlar “Cumhuriyet hayat tarzımıza dayattığı inkılâplarla, balolarıyla, kıyafet dayatmasıyla başından beri bizi temsil etmiyordu” diyor. Peki bu yoruma ne dersiniz?
Batılılaşma hareketi M. Kemal’le birlikte başlamadı. Osmanlı’nın tercihiydi. Türkiye’de bu konuda da yalan söyleniyor! Batılılaşma, Batıdaki kapitalistleşme sürecinin Osmanlı’da karşılık bulamamasından ve bunu askerî reformlar süreciyle yapma arayışından kaynaklanan bir şey. Bir teze göre Birinci ve İkinci Meşûutiyet demokratikleşme hamlesi olarak görülür. Fakat şunu unutmayalım ki uluslaşma süreci bir zorunluluktu. Ulus devletin inşası ise milliyetçiliği ve kapitalistleşmeyi getirdi. Netice olarak da homojen toplum arayışını. Homojen toplum oluşturma fikri kapitalizmin gereğiydi. Kapitalistleşme olmadan sosyalist bir hareketin mümkün olamayacağını düşünüyorum. Devletin imparatorluk olarak kalması da mümkün değildi. Bu tarihin bir gereğiydi. M. Kemal’in siyasetini oluşturan koşullar vardı. Enver Paşa hayallerini gerçekleştirseydi başka bir şey olacaktı. Ayrıca Enver Paşa’nın vatan haini olarak tartışılmasını da entelektüel bir tartışma bulmuyorum.
*Bazı laikler için AKP yabancı sermaye getirince ülkeyi satmış oluyor. Ancak sizin bahsettiğinize göre ülkeye kapitalizmi getiren M. Kemal olmuş…
Evet. Neden biz “burjuva devrimi” diyoruz, gerçi burjuvalılığı da tartışılır. Askerî devrim de denebilir. Benim açımdan cumhuriyetin hukuksal bir vatandaşlık tanımı yapıp, anayasal güvenceye alması önemli kazanımlardır. Homojen toplum oluşturma, Batı öykünmeciliği ayrı tartışmadır. Bunun yanında Cumhuriyetin kazandırdığı en önemli değer laikliktir. Fakat Türkiye’de seksen seneden beri sahici bir laiklik tanımı yapamadığımız için toplum bataklıktan çıkamıyor. Laiklik, devletin inanç alanını terk etmesi olduğu gibi inançlı ve inançsız insanların yaşamlarını teminat altına alması demektir. Sadece Türkiye’nin değil dünyanın geldiği noktada laiklik meselesinin çok önemli olduğunu düşünenlerdenim. Az önce bahsettiğim eşit vatandaşlık kavramının kâğıt üzerinde kalması Kürtlerin ve Alevîlerin sorunlarına çözüm olmayışı ona atfettiğim değeri hafifletmez. Şunu söylemeden geçmek istemem: Cumhuriyetin Batılılaşma hamlesi önemlidir. Lâkin Batılılaşmayı İslâma karşı olarak algılamak doğru değildir. Osmanlı’nın Batılılaşma hamlesi de bilimsel bilginin, teknolojinin gelişmesiyle yüzünü o tarafa dönme zorunluluğuydu. Küreselleşmenin bu değerlerin paylaşılması noktasındaki katkısına itirazım yok.
*İtirazınız neye?
Marksist terminoloji de sınırların kalktığı, insanların özgür ve kardeşçe yaşadığı bir dünya düşler. Maalesef bugün küreselleşme adı altında insanların küresel pazarlarda köle olarak kullanıldığı, tüketim toplumlarının ortaya çıktığı, meta fetişizminin yaratıldığı, hatta uhrevî değerlerin dinsel pazarlamaya döndüğü bir süreci yaşıyoruz. Müslümanlarda da yavaş yavaş bunu görüyoruz. Maalesef bugün dünya eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri yaşıyor.
*Bazı ortak sorunları konuşabilmek için bazı noktaların eşelenmesi gerektiğini düşünüyorum. TSK bir dönem AKP’nin emperyalist düzenle kol kola olduğunu söyledi ancak sizin de bildiğiniz gibi demir çelik fabrikasını yabancı bir şirkete sattı. Bu tür oyunlar ucuz oyunlar değil mi?
Türkiye’nin ordusunun kapitalist ilişki ağının dışında olduğunu söylemedim. Ordunun Batı bloku içinde yer aldığı günden beri pazar ekonomisine inandığını biliyoruz. Bu ayıp değil, günah değil bir tercih. Ancak Türkiye’deki hükümetlerin de aynı görüşte olduğunu söylemek gerekir. Adalet ve Kalkınma Partisi bugün Alman vakıflarının emperyalist sevdalar içinde olduğunu söylüyor. Peki Irak’ta bir milyon insanın ölüm sürecinde Türkiye nasıl bir tutum takındı? Bu örnek bile dünyanın neresinde olduğumuzu ortaya koymaya yeter.
*CHP siyaseti karşısında insanların sağ partilere oy vermesi onları desteklemesi size tuhaf geliyor mu? Gelmiyor.Neden gelmiyor?
M. Kemal’in tek parti dönemini saymazsak -çünkü kendi başına bir eleştirisinin yapılması gerekir- CHP’nin kangrenleşmiş sorunu var. Ecevit dönemi hariç CHP sağ siyasetin ustaca kendisini ittiği seçkinci, halka tepeden bakan, toplumun değerlerine saygı duymayan bir yapı olarak algılandı. Bu analiz tümden haksız bir durum değil. CHP bu seçkinci tavrında sosyalist solla da problem yaşamıştır. Kök salma adına Türkiye’nin sosyalist hareketinden beslenme becerisi gösterememiştir.
*Hem halkçı olduğunu söyleyip halktan bu kadar uzak olabilmeyi nasıl başarmış?
Adalet Kalkınma Partisi de halkçı değil. CHP ve AKP’deki halkçılık tarifi kapitalizmin tarifidir; devlet eliyle halka sus payı dağıtmak. Benim halkçılıktan anladığım halkın örgütlenebilmesi, ortak değerlerin halka adil bir biçimde paylaştırılmasını ve sosyal devletin inşasını içerir.
*Sizin tarif ettiğiniz sol anlayışın önünü de kesen Kemalizm miydi?
M. Kemal’e büyük saygım var. Kendisinin sosyalist olmadığını daha çok liberal tezleri olduğunu biliyorum. Ömrü vefa etseydi çok partili rejim arayışı içinde olacağını düşünüyorum. Falih Rıfkı Atay’ın hatıratlarında buna dair ipuçlarını bulmak mümkün. Ama Kemalizm denen şey M. Kemal’in hayallerine uygun bir şekilde doktrinleşmedi. Kemalizm daha militer bir tarifle resimlerden donmuş heykeller üreten tekçi, aşırı milliyetçi bir yapı ortaya çıkardı. Şevket Süreyya’dan Doğan Avcıoğlu’na kadar başka isimlerin de içinde yer aldığı başka bir damar da M. Kemal’den sol yaratılıp yaratılamayacağını, askerin burada öncülük edip edemeyeceğini tartışıyordu. Devrim yapmak isteyenler topluma rağmen mi diye düşünmezler. Devrimi yaparsanız olur, yapamazsanız hapse atılırsınız!
*Bu tür hadiseleri kuruluş ideolojisinden kaynaklanan tektipleştirici yaklaşımların yansıması olarak yorumluyorum. “M. Kemal yaşasaydı çok partili hayata geçecekti” gerçekçi bir yaklaşım değil.
Ben M. Kemal yaşasaydı demedim. Böyle bir temennisi olabileceğini hatıratlarından okuyorum.
*Ama 1923’den 1938’e kadar ortaya konmuş bir siyaset var. Bu dönemde Serbest Fırka’nın, Kadınlar Halk Fırkası’nın başına gelenleri biliyoruz.
Bunun da bir nedeni var. M. Kemal sandığı milletin önüne koysaydı sandıktan çıkamayacaktı. Buradan “halka rağmen mi?” diye bir soru gelebilir, zaten devrimler halka rağmendir. Fransız Devrimi halka mı dayanıyordu?
*Bu formattaki bir cumhuriyeti kurduklarını iddia edenler, halkın önüne sandık koymayanlar bugün bir eleştiri yapacaklarsa önce geçmişte yaşanan antidemokratik uygulamalar konusunda özeleştiri yapması gerekmez mi?
Bu akıl yürütmede bir hata var. Unutmayalım o dönemde imparatorluklar yıkılıyor, Birinci Dünya Savaşı yaşanıyor, ulus devlet yaratılmaya çalışılıyor. Ulusun var olup olmadığı Güneş Dil Teorisi gibi bir çok zorlama üzerinden ispat edilmeye çalışılıyor. Bu tür şeylerin çaresizlikten olduğunu düşünüyorum. Ortak tez üretmeye çalışırken sapmalar olduğunu düşünüyorum. Tüm bu kaosun ve karmaşanın içinde birisi dünya düşünü hayata geçirmeye çalışıyor.
*M. Kemal’in ortak bir düş kurmaya çalıştığını düşünmüyorum. Eğer ortak bir düş kurmaya çalışsaydı cephede birlikte savaştığı, zaferi onlara borçlu olduğu cephe komutanlarını İstiklâl Mahkemeleri’nde yargılatmazdı. Farklı görüşteki siyasî partileri kapattırmazdı. Ortak akıl kurmaya çalışırdı.
Tasfiye ediyor.
*Bunun adı o zaman kendi hayallerini başkalarına kabul ettirmek değil midir?
Ben şunu söylüyorum: M. Kemal’in kafasında milliyetçi, batıcı, ulus devletçi bir anlayış var. Tipik bir Fransız öykünmesi içinde. Batılılaşmayı burada hayal ediyor.
nHer halde Cumhuriyetin kurucu unsuru olarak gördükleri için kendilerini her zaman üstün olarak görüyorlardı. Vesayet sisteminin geçerli olduğu dönemde CHP’li olmak üstün olmak için yeterliydi sanırım…
En büyük CHP sempatizanı kitle, Alevilerdir. Alevilerin kendi kimlikleriyle devletin hangi üst kademesinde yer aldıklarını gördük. Yer alan birkaç kişi etrafında ise darbeci edebiyatı geliştirildi. Ancak ordunun egemenliği tartışma konusudur. İki başlı yargıya sahip olmak, ülkenin en güzel yerlerinde mekânlar edinmek, ekonomik koşulları üst düzeyde olmak laik karakterli herkes için geçerli değil. Sosyalistlerin çoğu laiktir, ama zindanlardan çıkamadılar. Hayat tarzları üzerinden tartışma yapmanın doğru bir yöntem olduğunu düşünmüyorum. Karşımızda küresel bir saldırı var. Tüm dünya kaynakları tamamen kontrol edilmeye çalışılıyor. Bu ortamda Türkiye giderek otoriterleşiyor. Dün otoriterliğin olması bugün otoriterleşme eğilimine meşrûiyet kazandırmaz. Ben dün de dayak yiyordum bugün de dayak yiyorum. Niye ben hep dayak yiyorum…
*Biliyorsunuz son dönemlerin en önde giden tartışması yeni anayasa ve Atatürk ilke ve inkılâpları. Siz yeni anayasada Atatürk ilke ve inkılâplarını olmazsa olmaz olarak görüyor musunuz?
Yeni anayasada Türklük ve Atatürk ilke ve inkılâpları vurgusunu önemli bulmuyorum. Ben “Laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hak ve hürriyetleri” vurgusunu önemli buluyorum. Buna inanan milletvekillerinin olabilmesi için kim neye nasıl inanıyorsa ona göre yemin etsin. İster Kur’ân’a el bassın ister inanmıyorsa namus sözü versin. Demokratik bir toplum olduğumuz söyleniyor, fakat örgütlenemiyoruz, geleceğimiz liderlerin iki dudağı arasında. Anayasaya ruhunu verecek olanın bu dört karakter olduğunu düşünüyorum.
*Anayasa temel itibariyle nasıl bir metin olmalı?
Her kesimin oluşacak yeni anayasanın yanında olması şart. Anayasa metninin karşısında olunmasın bu bile çok iyi bir adım.
H.Hüseyin Kemal