29 Aralık 2010, Çarşamba
Akşam olmuş günün yorgunluğunu bütün vücudunda hisseder bir halde kendini eve atmıştı. İçeride ne olup bitiyor diye çok da aldırmadan, alışılagelmiş bir selâm verip odasına doğru yöneldi. Kapıyı açıp, çantasını bir köşeye bıraktı. Kendini daha rahat hissedeceği elbiselerini giydi. Ve odasında oluşturduğu ‘şark köşesi’ne kuruldu. Önce oturdu, sonra yayıldı. Ve en sonunda kendini tavana bakar bir halde buldu.
Düşündü.
İçeri girdiğinde evdeki hâl sanki biraz daha melankolikti, diğer günlere nisbeten.
Eve girdiğinde, göz ucu ile baktığı simaların hallerini tekrar hatırlamaya çalıştı.
Evet, Bayan Diane’in siması ve “Merhaba” derkenki ses tonu, elem kokuyordu.
“Günün nasıl geçti?” diye sormamıştı, bugün. Özel bir “merhaba” demek yerine, bakışlarını TV’den ayırmadan “merhaba” deyivermişti. Bugün, diğer günlerden farklı bir şey vardı belli ki…
Dışarıda her taraf ışıl ışıl... Neredeyse bütün bir şehir ışıklandırılmıştı. Soğuk havaların aksine, sanki evlerdeki huzuru haber verircesine bir mânâ taşıyordu bu renklilik. Evlerdeki sıcaklığı. Ev sıcaklığını…
Fakat dışarıdaki gibi soğuktu Bayan Diane’nin ses tonu ve bakışları.
***
Ertesi gün Cuma bayramıydı.
Yine tavana bakıyor, hem de düşünmeye devam ediyordu.
Bir ara “İnsanın düşünmediği bir an var mıdır?” diye sorası geldi kendine.
Denemek istedi. Denediği neydi? Düşünmeden bir an geçirebilmek.
“İmkânsız” dedi. “Düşünmemeye uğraşırken bile düşünmek icab ediyor”
Düşüncesiz bir an yoktu. Ancak yoklukla mümkün olabilirdi. Yokluk neydi?
Düşünmesi bile imkânsız. Hayal bile edilemeyen. Yokluk..
Cuma bayramı vardı yarın. Var olmanın neş’esini, bütün mevcudâtla birlikte tekrar zikretmenin, hatırlamanın bayramı. Var olmanın neş’esini paylaşan insanlarla birlikte bu bayramı kutlamaya niyet etti. Gönlü huzurla doldu. Görünmeyen Mevcud’dan gelen emirlere, sürekli teslim hâlinde olan kâinatın haline ayak uyduracaktı. O’nu tasdik edip teslim olmuşlarla birlikte kâinatın neş’esine ortak olacaktı.
Ruhu bu mânâlarla dirildi.
***
Cuma bayramından sonra eve gelmişti.
Bayan Diane’ye bu sefer daha dikkatli baktı. Evet, hâlâ elemli bir vaziyetteydi.
Bu durumu kendisine sormadan önce, Bayan Diane’nin oğluna sormaya karar verdi.
“Annen biraz sıkıntılı görünüyor. Sebebi nedir?”
Olağan bir durum olduğunu ifade edercesine baktı.
“Hatıralar” dedi. “Christmas zamanında öyle oluyor. Aslında ben de onun ruh hâlinin benzerini yaşıyorum.”
Her taraf ışıklandırılmıştı. Evde bir festival havası vardı.
“Demek ki gönüllerde festival havası yok” diye içinden geçirdi.
“Ne hatırası?” diye sordu.
Geçmişte Christmas’a özel ayırdığımız banka çekimiz olurdu. O çekle birçok hediye alırdık. Şimdi böyle bir imkânımız yok. Sadece bu değil. Babam ve ağabeyim vardı. Onlarla birlikteydik. Onlar da yoklar, öldüler… Birlikte geçirdiğimiz Christmas’lar artık yok…”
“Yok” yine karşısına çıkmıştı. “Var” diyesi geldi.
Sevinçli olmak ne kadar var olmaksa, üzüntülü olmak da o kadar var olmaktı.
Herşeyin gideceği belli iken, gitmeyecekmiş gibi inanmak mantıksızdı.
E o zaman üzüntü neden vardı ki? Gidişi engellemek için olabilir miydi? Hayır.
Gitmeyecekmiş gibi inanmayı engellemek için? Evet.
Durup kendini dinledi.
Var edilmeye devam ediyordu. Bütün duyguları buna şahitti.
Var olmayı kutlamalıydı. Neş’eyle.
Yokluk… Öyle birşey yoktu.
Okunma Sayısı: 1172
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.