‘Bir’isi bizi görüyor/gözetiyor’sa, insan hemen toparlanıveriyor. Güçlü, kuvvetli, kudretli birisinin görüp/gözetmesi insanı rahatsız etmiyor. Bilâkis mutlu ediyor.
Tabi bu görülüp/gözetilmenin mahiyeti önem arz ediyor. Hangi nazarla görüyor ve hangi niyetle gözetiyor? Fiilin nasıl bir tepki ile karşılandığı o fiili yapanın niyeti ile alâkalı hale geliyor. Güç sahibi, baskı ile de şefkat ve merhamet ile de görüp/gözetebilir.
Bir anne evlâdını okula uğurluyor. Ütülenmiş kıyafetler, boyanmış ayakkabılar, yeni sırt çantası, taranmış saçlar ve yüksek düzeyde bir heyecan dalgası. Şefkatle, merhametle ilgilenmenin bu muhteşem tarifi henüz yapılmış değil. O görünenden çok öte bir şey. Attığı her adımda koruyucu bir melek gibi maddî ve manevî evlâdının yanında hissedilen bir şey.
Peki ya bütün valideleri yaratan, onlara şefkat ve merhamet duyguları veren yüce Yaratıcı’nın, yarattığı canlıları için şefkat ve merhamet-i mukaddesesini nasıl değerlendireceğiz?
Mutlak zengin olan ve her şeyi bilen, görüp gözeten, ihtiyaçlılara cevap veren, her türlü sebepleri de yaratan bir Yaratıcının görüp gözetiyor olması insanı mutlu etmez mi?
En ince hatırat-ı kalbini bilen Bir’isinden insan ne gizler ki? Her şeye gücü yetenden insan ne istemez ki?
Kulunun Kendisine doğru adım atmasını, kapısını çalmasını, istemesini bekleyen, vermek isteyen Bir Rabb’e nasıl insan el açmaz, ona doğru adım atmaz, kapısını çalmaz, istemez, O’na yalvarıp, yakarmaz?
Hiç kimse görmese de, bilmese de, cevap vermese de Bilen, Gören, cevap Veren Bir’i varsa, dünyada insan için gam yoktur.
Evet, evet; Allah var, gam yok. Gam ve keder O’nun hissedilmediği yerdedir. İnsan alıcılarını kapatmaya görsün, O her yerdedir. Yeter ki akleden bir akıl, tefessüh etmemiş bir kalp olsun.