Sorudan korkan bir toplum olduğumuz açık. Birilerinin sorudan ayakları titriyor. Bu hiç de iyi bir psikoloji değil. ‘İnsan soru sorulmasından neden korkar ki?’ Araştırılmalı.
Normal şartlarda soru makbuldür. Soru, görülmeyen noktalara dikkat çeker. Aksaklığı düzeltir. Medeniler soru soranı ilgisinden dolayı tebrik eder. Bizde soru soran makbul görülmez. Burada problem sorudan korkandadır.
İşini düzgün yapmayan, ‘verilemeyecek hesabım yok’ diyemez.
Basın toplantısında, ellerine soru tutuşturulmuş robotlar gibi duruyor gazeteciler. Yoksa oraya da gelemezler ya! Ortamın seviyesi için, ‘Hocam bu ne yaa!’’ diyor bizim gençler. Benim de -sebebi benmişim gibi- yüzüm kızarıyor.
Normalde soru; karanlığa ışık tutma, şeffaflığa çağrı, vicdanlarda güven kazanma fırsatıdır. Aynı durum eğitim ortamları için de geçerlidir. Beden kafesinden çıkmaya fırsat bulamayan sorular, insan için büyük bir yük teşkil eder. Sorulamayan sorular birer kurt gibi içeride yıkıma başlar. Hayata doğmayan sorular, hiç beklemeyen bir anda, alâkasız bir zeminde; bazen bir müzik parçasında, bir ressamın tablosunda, katilin kurşununda, ihanetler dolu sayfanın altındaki imzada aniden çıkar karşınıza ve ağır bedel ödetir.
Mahrem, aykırı soruların sorulabildiği ortamlar; doğruların hayat bulduğu, ‘acaba’ların kalktığı, karanlık düşüncelerin eridiği hürriyet ortamlarıdır.
Hürriyet düzeyi, aykırı soruların ne kadar hayat bulduğuyla anlaşılır.
Amerika’da, ‘Amerika’yı nasıl yıkarsınız?’ yarışması düzenleyen ve uygulanabilirliği en yüksek projeye servet değerinde ödül veren devlet destekli think-thank kuruluşu, sizce neyi amaçlıyordur? Korku mu, tedbir mi daha anlamlıdır? Sadece korku, neticeyi değiştirir mi?
Her şeyi ‘sorabilme hürriyeti’ ne güzel bir şeydir. ‘Bütün sorulara özgürlük’ istemeli bütün toplum. Hür toplum, önce soruları hür olandır.