"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Eşitlik mi, adalet mi?

Şemseddin ÇAKIR
20 Temmuz 2018, Cuma
Adalet başka eşitlik başkadır. Bazı eşitlikler seçme, seçilme hakkı gibi adalet sayılsa da, bazı eşitlikler vardır ki değil adalet, zulüm bile olur. Hatta bazı eşitsizlikler adalet sayılır. O halde bizim tercihimiz dâimâ adalet olmalıdır; Zira her adalet eşitliktir, fakat her eşitlik adalet değildir.

Bilindiği gibi karıştırılan kavramlardan ikisi de bu terimlerdir. Yani bize birisi,  eşitlik eşittir adalet dese biz hayır adalet başka eşitlik başkadır dememiz gerekir,  bazı eşitlikler seçme, seçilme hakkı gibi adalet sayılsa da, bazı eşitlikler vardır ki değil adalet, zulüm bile olur. Hatta bazı eşitsizlikler adalet sayılır. O halde bizim tercihimiz dâimâ adalet olmalıdır; Zira her adalet eşitliktir, fakat her eşitlik adalet değildir deyip şu temsili hikâyeciği aktarmalıyız.

Bu olay Kanunî Sultan Süleyman zamanında yaşanmıştır. Süleymaniye Camii’nin yapımında çeşitli taş yontma ustaları vardır, fakat Mimar Sinan bunlara eşit değil farklı ücretler takdir etmektedir. Durumu fark eden müştekiler soluğu Kanunî’nin, yani sarayın kapısında alır ve Mimar Sinan’ı “kendilerine eşit veya adâletli davranmıyor” diye şikâyet ederler. Sultan Süleyman, Mimar Sinan’ı çağırıp “Hayrola mimar, hakkında şikâyet var. İşçilere eşit davranmayıp, adam kayırıyormuşsun, bir kısmına az, bir kısmına çok ücret veriyormuşsun” deyince, mimar haksızlık değil, bizzat hakkı tahakkuk ettirdiğini, yani adaletli davrandığını söyler. Sultanı işçilerin yanına yakın bir çadıra dâvet eder ve işçilerin nasıl çalıştıklarına şahit eder. Her birinin vurduğu çekiç darbelerini sayar ve o orantıya göre ücret verdiğini söyler ve Kanunî’nin takdirine mazhar olur. 

Demek Süleymâniye Camii’nin temelinde de böyle bir adalet mevcuttur. İşte onun için Şarlken’in hediye diye gönderdiği granit taşın içindeki haçı dahi Allah ona göstermiştir. Demek mesele o ki acaba biz kaçımız davranışlarımızın hesabını böyle sağlam verebileceğiz? 

Hali ile adalette kendi arasında bazı tasniflere tabi tutulacaktır.

1. Hakikî adalet; Bediüzzamanın ifadesi ile “Adalet-i mahza” (hiçbir şâibesi olmayan ve Cenâb-ı Allâh’ın istediği, din adına olması gereken,  anlamı olan ve cihad sayılan, çünkü Adil-i Mutlak adına yapılan adâlettir. Bu adalet hem hakikî adâlet, hem dünya ve âhiretimizi kurtaran hem de cihad olan adalettir. Serapa adalet zulüm karışığı olmayan, Hz. Ömer adaleti de denen İslâm’ın adâletidir ve “Velâtezirü vâziretün vizre uhra”, emri ile suçun şahsîliğini esas alan, kimsenin başkasının suçunu yüklenmediği hakikî veya mahza adalettir.

2. İzâfî adalettir. Bu aynı zamanda “Beşerî adalet” olup konjonktüreldir. Hukuktaki tükenmezlik prensibinden yoksundur. Çeşitli mülâhazalarla zulümle karışık hale getirilmiş, bunda da kralların kuralları hâkimdir. İşte insanlık böyle bir zulümden dergâh-ı İlâhiye’ye şekva halindedir. “Mazlûmun ahı indirir şahı”  bunun için söylenmiştir. Onun için bir Müslüman’ın tercihi asla bu olmamalıdır. Buna İslâm’ı modernize iddiacılığı ile İslâm’ı bid’alara ve hatta modaya feda eden, idbar korkusuyla ikbal uşaklığı yapan ulemâ-issûyu da katarsak bunlar ya bizzat zalim veya muini zalim olmak üzere ikiye ayrılır ve böyle bir muine şair: 

“Muini zalimin dünyada erbab’ı denâettir/ Köpektir zevk alan sayyad-ı biinsâfa hizmetten” dediği dalkavuk kimselerdir.   

Bunlar aynı zamanda Hz. Ali’nin “Sema ve arz arasında en fena şey; fenâ âlimlerdir” dediği kaziyedendir. Hatta bir âyet-i kerimede “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerdir” buyrulur, ancak Bediüzzaman bu âyet-i kerimenin tefsirini yaparken “Mecburiyet tahtındaki hükümleri hariç tumuş”. Demek ki keyfî hükmedenler bu hükmün şumulüne dahildir ve yine Bediüzzaman “Ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek kuzeye müteveccihen namaz kılmak gibidir ki kabul olmayacağına delâlet eder” demiştir.

Peki, “Her şeye rağmen gayr-ı müslimlerdeki adalete ne diyeceğiz?” denirse! Bediüzzaman, Muhâkemat isimli eserinde bu soruya şöyle cevap verir:

   “O adalet ve intizam, ehl-i dinin ikazat ve irşadatıyladır. Ve o adalet ve faziletin esasları, enbiyanın tesisleriyledir. Demek enbiya, esas ve maddeyi vaz etmişlerdir. Onlar da o esas ve fazileti tutup, onda işlediklerini işlediler. Bundan başka nizam ve saadetleri, muvakkattir (geçici). Bir cihetten kaime ve müstakime ise, çok cihaddan mâile ve münhaniyedir (eğri büğrü). Yani, ne kadar sureten ve maddeten ve lâfzan ve maâşen muntazamadır; fakat sîreten ve mâneviyaten ve mânen faside ve muhtelledir (karışık).

Demek ki, gayr-ı müslimlerdeki adaletin kaynağı da dinleri ve peygamberleridir. Onlardan neşet eden ve miras kalan ahlâk-ı haseneler de adaletlerine temel olmuştur.

Kâinat adalet üzerine duruyor. Beşer her ne kadar zulm etse de kader adalet ediyor ve fıtrî kader hükmünü icra ediyor ve insanlık da böyle bir adaleti hasretle bekliyor.                     

 

Okunma Sayısı: 23312
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı