"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tabuların akıbeti

Şemseddin ÇAKIR
17 Eylül 2021, Cuma
Bilinen ve varılan tecrübe odur ki, tabular büstlere, büstler heykellere ve heykeller de putlara dönüşür. Velev ki başta çok iyi niyetlerle bu faaliyet başlasa dahi sonu felâkettir. Şöyleki: Bugünkü putperesliğin bir sebebi de, Hz. İdris’in (as) hoş sohbetlerini hatırlamak için maskotunun yapılmasıdır.

Olayı kısaca özetleyelim: Hz. İdris’in (as) idare ve sohbetinden halk çok memnundur. O vefat edince onun sohbet ve güzel simasına hasret kalırlar, bir vesile ile o sohbetleri hatırlamak isterler. Halkın içinden sanatkâr ve bu fırsatı değerlendirmek isteyen birisi, belki de çok iyi niyetle onun maskotunu yapar ve halkı o sohbetleri hatırlamak için seyre dâvet eder.

Bu teveccüh gittikçe artar ve belli zamanlar tahsis edilerek devam eder. Fakat, zaman gelir onu tanıyanlar ölür, böylece hatıralarda biter ancak ona ait belli tedaileri olmayanlar ona çok hayali anlamlar yükleyerek kutsiyet atfedip, tapış ritüelleri başlatırlar.

İş öyle bir noktaya gelir ki put ticarî sektöre döner, çeşitli maksatlar için artık büstler yapılır, çoğaltılır resmen tapılarak putperestlik başlamış olur. 

Sonuç olarak bir peygamberin en masum davranışları bile puta dönerse zalimlerin heykelleri neye dönmez?

İşte onun için Bediüzzaman “Memnu heykel, suretler, ya zulmü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemit hevestir. Ya tılsımdır, celbeder o habis ervahları” diyor. (Sözler Lemeat s. 826)

İşte tabuların neticesi ki, putpereslik olarak hortlayıp, bütün İlâhî din ve peygamberlerin en önemli handikabı ve insanlığın baş belâsı olmuştur.

Tabu: İlkel kavimlerde dinî inanç olarak kutsal kabul edilen, kimi insan, hayvan ya da nesnelerdir.

Heykel: Taç, tunç, bakır alçı, ağaç vb. maddelerden kalıba dökülerek yapılan insan, hayvan ve benzeri biçimleri yansıtan eserlerdir.

Put: İlkel toplumlarda tabiat üstü gücü olduğuna inanılan, ‘tanrı’ olarak tapılan, özellikle insanı gösteren taştan yontulardır.

Kur’ân literatüründe put; “Tağut” olarak geçer ve Bakara Sûresi 256-57 başta olmak üzere, “Ikra” Sûresi’ndeki, “innel insane leyedga” (fakat insan kendisini ihtiyaçtan uzak görünce azgınlaşır a. 6-7) gibi tevhidi bir kavram olarak sekiz ayrı âyette özet olarak “Hakkı tanımayan, azan ve sapan her kişi ve güçtür. Diğer bir ifade ile Allah’tan rol çalan, İncil’in Yuhanna bölümündeki ifadesiyle “Allah’ın yasalarını tanımayıp kendi yasalarını Allah’ın yasalarının yerine koyan, çok hain, yalancı ve zalim birisidir.”

Hatta İslâmın kopmaz kulpu olan Kelime-i Tevhidin olmazsa olmazı olan iki meselesinden biri; Tağutu inkâr ve ret, diğeri Allah’a iman ve teslimiyettir. Yani “Kelime-i Tevhid” Tağuta redle başlayacak derecede güçlü kavramlarla dikkat çeker, bütün peygamberlerin ortak hedefidir. Hatta Deccallerin de, en büyük sembolü puttur.

Tagut: Meşrûiyetini dinden almayan, insanları vahyin aydınlığından küfrün karanlığına atan, Hz. Adem’den kıyamete kadar hak dinin en azılı düşmanı ve en baş fitnecidir. 

Bir de putlar açısından işin tarihi boyutuna bakacak olursak; cahiliye döneminde pratik olsun diye peynirden putlar yapıp hatta acıktıkça yedikleri vakidir.

İşte o kabilden bir Arap; putunu yanına alıp dağa odun toplamaya gider. Bir taşın yanına bırakıp topladığı odunlarla yanına dönünce; tilkinin başına pislediğini görür, tiksinir eline alamaz ve bu durum onun uyanmasına vesile olarak şöyle söyler. “Erabbün yebulüssağlebani ala re’sihi” (başına hayvanların pislediği ve başını bile koruyamayanlardan rab mı olur) der ve taşa çalıp kırar ve gelir Müslüman olur. 

Hatta en meşhuru Hz. Ömer (ra) İslâm öncesi hatıraları sorulunca en önemli iki hatırasından birini hatırlayınca güldüğünü, yani gülünç olan “biz peynirden putlar yapar acıkınca da, yerdik yani hem yapar hem tapardık ne hamakat” diye söyler. İkincisi ise; Cahiliye döneminde kız çocukları Zül addedildiğinden putlara kurban edilirdi, ben de öyle bir cinayet işlemiştim, onu hatırlayınca da üzüntümden feryat ediyorum” der. İşte putların insanı düşürdüğü vahşet, işte İslâmın ulaştırdığı adalet ve saadet.

Heykel ne yapar?

Heykel: Bir kara delik gibi kişinin bütün ulvî duygularını absorbe eder, (kara deliğin yıldızın, kütle ve enerjisini yuttuğu gibi) öldürür ve bilâkis habis duyguları ise diriltir. Yani insanî bütün değerleri yok ederek insanı robotlaştırıp insanlıktan çıkarır. Dinî anlamda da, “şirk”tir. Demek İslâmın haram ettiği heykeller: ya zalimliğin veya zalimlerin taşlaşması, ya riyakârlığın ceset şekline girmesi, veya dondurulmuş heves olup işte bu gibi duyguları ihsas ettiği için tılsım tesiri yapmaktadır.

Hatta belki, onların içine siperlenen, Hz. Halit b. Velid’in putları parçalarken bir putun içinden çıkan, kestiği habis cin kabilinden o ahmakları korkutup oyalayan sesler de olabilir. Bunu cin çağıranlara sormalı.

Putçuluk; Allah’a şirk koşmanın yanında insan için dünyevî olarak da, bir felâkettir. Hatta bunun canlı ve cansızı da fark etmez, onun için Hz. Ömer; dahi komutan Hz. Halid’i, yeterli sebep olmadığı halde komutanlıktan azletmiş, sonra da kendisinden helâllik isterken “Sana halkın tapmasından korktum” demiştir. Yerine atanan Amr b. As fetihlere aynen devam etmiş ve böylece bu zaferlerin şahsın gücü değil imanın gücü ve Allah’ın yardımı olduğu anlaşılmış.

Demek bu bir zaafiyettir, insan gördüğüne inanır, saplanır ve boğulur, adeta bir renk körü gibi olur. 

Demek tarihteki putpereslikler de, benzeri basit sebeplerden çıkmıştır.

Hem cinsine tapmak gibi bir zilleti kabul etmeyen dinimiz, bu zilleti şiddetle reddetmektedir. 

İnsana tapmak bile bir haysiyetsiz olduğu halde bir de, cansız taş ve beton heykellere tapmak tamamen insanı robotlaştırır. 

Hatta madde için Bediüzzaman; “Her şeyin maddeden ibaret olduğunu zannedenlerin akılları gözlerine inmiştir, göz ise maneviyatta kördür” derken bir de o maddeye tapmak!

Bu anlattıklarım insan zaaf ve psikolojisiyle alâkalı, sosyolojik ve psikolojik tesbitlerdir. Hedefimde tek bir kitle yok, tek teke inebilseydi! Onun için kimse kendini muhatap aldığımı zannetmesin. 

Avrupa’nın içine düştüğü felâketlerin sebepleri de Azizleri putlaştırıp Ruhbancılık yapmalarıdır. Yalnız batı ve doğunun diğer ifade ile demokratik ülkelerle desbotik ülkelerin bariz bir farkı vardır. 

Batıda ya ruhban veya bilim adamları olan âlimlerin sembolik birer maskları olduğu halde doğuda zalimlerin bol miktarda dev asa heykelleri veya putları vardır. Stalin ve Saddam gibi. 

Âlimlerin olduğu yerde, imaretler ve medeniyetler olması yine ilim ve demokrasinin, cehil ve istibdattan ne kadar farklı olduklarının isbatıdır. Köroğlu bile “bir millet ya zulümle idare edilir, ya ilimle, ben âlim değilim haberiniz olsun!” demiş. Yani; yine de gerçeği mertçe söylemiştir.

Bediüzzaman imanı; aklî bürhanlarla temellendirdiği gibi, İslâm veya ibadetleri de, insanî gerçeklerle telif ve tezyin etmiştir. Yani bütün meselelerde fıtratı şahit getirmiştir.

Bu gün şahsî ihtiraslar uğruna İslâm imajı zedelenmiş, İslâmın kredisi çok hunharca harcanmıştır. Eminim ihanetin bu boyutunu şeytan bile böyle düşünemezdi. Fakat insi şeytanlar bunu dahi yaptırıyor. 

Allah korusun öyle sebepler olabilir ki en masumu bile cinayete sevk edebilir. Meselâ: namusuna, hanesine tecavüz edilen insan gibi. İşte din bütün muhtemelleri de, ihtimale katarak; etrafını cami, ağyarını mani hükümler koymuş.

Ani ve fani durumlara göre yedi adım ötesini göremeyen hissi ve farazi hükümler koyup her ihtilâlde de değiştirerek yamalı bohçaya çevrilen hukuk sistemi ile adalet artık rafa kaldırılmış durumdadır. 

Halbuki hukukta da, tükenmezdik prensibi gereklidir.

Üstad Hz. bilmana “Gidilsin mezarlıklardan hapishane ve hastanelerden sorulsun yüzde yetmişinin gayrı meşrû hayat sebebiyle işledikleri hatalardan dolayı pişmanlık duydukları görülecektir” demekle gerçek sebebe parmak basmıştır.

Akl-ı selim sahibi herkes bilirki, İslâmın yegane temsilcisi, numune-i imtisali İslâm peygamberi, kâinat serveri ve ALLAH (cc) kendinden sonra daha peygamber gönderilmeyeceğini açıkça beyan ettiği, Habib-i Rabbül âlemin Hz. Muhammed’dir (asm).

İslâm güneşine perde yapmak için zalimleri bulup İslâm âleminin başına belâ ediyorlar.

“Tuğrefül eşya bi ezdadiha” (eşya ve olaylar zıtlarıyla anlaşılabilir) diye bir gerçek vardır. Allah (cc) gerçeğin hakkıyla anlaşılması için önce sahtelerini gösteriyor. Nev-i beşerde nübüvvet; beşerdeki hayır ve kemalatın fezlekesi ve esasıdır.

İslâmiyet insaniyet’i kübradır. Gurup etmiş güneşin sabahleyin yeniden tulu edeceği (doğacağı) gerçeğinde bir katiyyetle insaniyeti kübra olan İslâm bir Şems’i taban gibi doğacaktır.

“Bir gün olur elbette doğar şems-i hakikat; 

Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem.”

Denildiği gibi, elbette bu karanlık gecelerin nurlu sabahları olacaktır. Allah (cc) başkasına razı olmaz.

Saadeti beşeriye ancak gerçek adaletle olabilir. Onun dünyadaki temsilcisi Fahr-i cihan Efendimizdir (asm). İşte insanlığın kurtuluş FORMÜLÜ de, buradadır vesselâm.

Okunma Sayısı: 1795
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ramazan Çalışan

    17.9.2021 09:13:40

    Projeksiyunu Risale-i nur olanlar, bu tabuları yıkmış,doğmaları eleştirerek, düşünce dünyasında yapmış oldukları bu devrimle ezberleri bozmuş ve insan düşüncesinin olması gereken asıl yeri tesbit etmiş, aklı yanlızlık ve karanlıktan kurtararak aydınlatmış ve rahatlatmıştır.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı