Bu konuyu ele almamızın sebebi, Hz. Ali’nin ifadesiyle, bidatlara taraf olan ulemaü’s-sûnun, oryantalistlerin de etkisiyle, ayet ve hadislerin tefsiri ve açılımı ve hatta tabiri caiz ise güncellemesi olan işarî ve beşarî kerametlere, zülfüyare dokunduğu veya yaraları olup gocundukları için 18. Lem’a’ya dil uzatmalarıdır.
Bir de meseleyi istihza konusu ederek, “Yok efendim, bazı kitaplarda 18. Lem’a yokmuş, birisi arayıp bulamamış” gibi kasıtlı ve istihzavari hareketlerde bulunmalarıdır. Kanıma dokunduğu için bu yazıyı yazmaya mecbur kaldım, yoksa o provokatörleri muhatap bile almak istemem, fakat rahatsız olan kardeşlerimin hatırı için bir ikaz yapalım dedik.
Evet 18. Lem’a Hz Ali’nin (ra) keramet, işaret ve beşaretlerinden bahseder. Üstad önceleri, yani tek parti dönemlerinde, “Allah demeyi bile yasaklayan nadanlar, kerametten ne anlar” diye bir müddet, mahrem tutmuş ve onun için önceki baskılarda konulmamış, fakat, maniler bertaraf olup memnular avdet etmeye başladıkça, yani demokratlar iktidara gelip hürriyetler artıp ilim ve irfan geliştikçe o mahremler tek tek yerlerine konmuştur. Hatta çok enterasandır, bir zamanlar “Sinek Risalesi” de neşredilmemişti. Çünkü o zaman daha sineğin sol kanadında zehir, sağ kanadındaki panzehir olduğu keşfedilip, mikrobu taşıyıcı değil, bilakis imha edici olduğu anlaşılmamıştı. Üstad da o zaman onlardan bahsettiği halde onu da mahrem saymıştı. Böylece Üstada ve talebelerine haksız hücumlar önlenmiş oluyordu. Çünkü ilk defa Üstad, herkese muhalif olarak, mealen “Sinekler sıhhıye memurlarıdır, mikrop taşımazlar, imha ederler” demişti. fakat kime anlatacaksın? Bilahare bilim adamları bu gerçeği keşfedince 1990’dan sonra Sinek Risalesi de basılabildi. Evet, maalesef cahile laf anlatmak köre renk tarif etmekten zormuş. İşte 18. Lem’a da böyle...
Evet, Onsekizinci Lem’ayı kısaca analiz edecek olursak:
1. Gizli kalmış gaybî mühim bir mucize-i Ahmediyeyi (asm) beyan eder.
2. Keramet-i evliya hak olduğunu, kat’î bir bürhan gösteren Hz. Ali’nin (ra) Latin harflerinin kabulünü, tam tarihi ve tarzı tatbikini iki kelimeyle göstermesidir.
3. Risale-i Nur talebeleri ve naşirlerine karşı Hz. Ali’nin (ra) irşadkarâne ve teveccühkarane bakıp işaret etmesidir. 1
Yani bu ders kısaca Efendimizden (asm) aldığı bir derstir. Aynen işarat-ı Gavsiye’de, Beşinci Asır ve Ondördüncü Asrın fitnelerine işaret eder. Yani gizli kalan ve manası anlaşılmayan bir mucize-i gaybiye-i Nebeviyeyi beyan eder.
Diğer bir ifadeyle 18. Lem’a, cerhedilmez delillerle isbatlı olan Hz. Ali’nin kerametidir. Yani beşyüz sene önceden Hülâgu’nun İslâm eser ve kütüphanelerini Fırat Nehri’ne dökeceğini, benzeri olan Süfyanın da, 1400 sene sonra İslâm yazısının yerine, acemî/Latin hurufunu koyup İslâm kültürünü imha edeceğini haber vermesi ve aynen de öyle olması nasıl suç ve kusur addedilir? Hayret etmemek elde değildir. Böyle bir meseleyi tenkit edebilmesi için, o kimsenin, ilim, irfan, iman ve iz’an dan tamamen uzak olması gerekir. Zira ihbar vaki oldu ise aklı selime düşen teslimiyettir, yoksa küfr-ü inadî olur. Eğer önyargılarından kurtulup, takdir edemiyorsan bari edebini koru, tenkit etme, sus da seni insan sansınlar. Evet bu vakıalar Hz. Ali’nin kerametinin hakkaniyetinin delilidir, inkârının değil. Demek ki, burada üstü kapalı bir itiraf var, aynen merd-i kıptinin şecaat arzederken sirkatini beyan etmesi gibi... Demek ucu kendine de, dokunmuş oluyor. Hatta öyle de olsa insan kastından değil de, cehlinden o duruma düşmüşse, özür dilemeyi de bilmesi lazım. Fakat demek onların çevresi de öyle olduğu için ikaz eden de yok ve o girdaptan çıkamıyorlar. Onun için de; “Nadanlar eder sohbeti nadanla telezzüz / Divanelerin hemdemi divane gerektir” denilmiştir.
Hatta gaybî istikbalden haber veren sadece İmam Ali değil, emsal olarak bir kaçını ifade edelim:
1. Meşhur Şeyhü’l-İslâm Ahmet Cami İmam Rabbanîden, haber verip “Her dört yüz senede bir Ahmet gelir, binincisi en meşhurudur” diye, hem İmam Rabbanîyi hem de diğer Ahmetleri haber vermiştir.
2. Celaleddin Rumî, Nakşibendîyi haber vermiştir.
3. Gavs-ı A’zam dahi, hizbü’l-Kur’ândan ve Bediüzzamandan haber vermişlerdir. Hatta İmam Rabbanî de Mektubatında iki yerde, Said b. Mirza’ya mektup diye babasının dahi ismi ile 300 sene öncesinden Bediüzzamanı haber verip, mealen “Sen bizi taklit etme, Kur’ân’ı Üstat et, tarikata değil hakikate intisab et” diye de bildirmiştir. Evet, Bediüzzaman da, o bildiriye uymuştur. Şimdi biz mü’minler olarak, böylesine müeyyed min indillah mübarek zatlara mı? Yoksa sağını solundan ayırt edemeyip daha önünü göremeyen proje nadanlara mı itibar edeceğiz? Eynessera minessüreyya...
—Devamı Haftaya—