-Kendisinden ilk kez Bediüzzaman’ın ismini
duyduğum rahmetli dayım Hacı Orhan’ın ruhuna ithaftır. Bir Fatiha okunması dileği ile…-
1971 yılının muhtıra günlerinin sıcaklığı idi. O zamanlar Mardin’e bağlı bir nâhiye olan Hasankeyf’e, rahmetli Hacı dayım ve bir kaç köylü, bazı zahireleri eşek sırtına yükleyerek satmak için götürmüşler. Bunlardan elde edecekleri para ile de, şeker, gazyağı, sabun vb. malzemeleri alacaklarmış.
Tabiî ki, o zamanlarda ortaokul ve liselerde okuyanlar ile memurlar mutlaka şapka giyerdi. Köylüler de şehre geldiklerinde nâhiye yakınlarında “emanet aldıkları” inkılâp ürünü “şapkayı” giyerek “medenî(!)” bir şekilde bütün “cehaleti(!)” geride bırakarak nahiyeye gelirlerdi.
Her nedense o gün şehre gelenler fazla olduğu için “ödünç” alınan şapkalar gelen erkeklerin sayısına yetmediği için, bir kişi ya şehre gelmeyecek veya şapkasız şehre gidecekti. Aralarında konuşmuşlar, “En yaşlı olan zata kimse bir şey demez” diye kanaat getirerek, en yaşlının yöresel kahve renkli sarığının kafasında kalmasına karar vermişler. O zaman erkeğin başının açık olması hem örfen ayıplanırdı, hem de hükümetçe “yasak” sayılırdı.
Nahiye girişine geldiklerinde yol üstündeki jandarma karakolunun önündeki nöbetçi onları durdurmuş, nereden geldiklerini sorduktan sonra; başındaki kahve renkli sarık olan zatı fark edince içeriye haber vermiş. Komutan olacak rütbeli kişi, hışımla gelerek bu zata bir şeyler söylenirken sarığı başından çekince, ihtiyar yere düşmüş ve ona birkaç tekme “sallamış.”
Köylüler bu olay karşısında kahrolmuşlar. İhtiyarı yerden kaldıran köyün azası da güzelce bir “fırça” yedikten sonra, karşı dükkânların birine komutan bağırmış: “Bir şapka getir” diye. Şapka satan adam şapka getirmiş ve komutan bunu ihtiyarın kafasına sert bir şekilde takarak “medenî (!)” olmasını sağladıktan sonra, nahiye çarşısına gitmelerine müsaade etmiş.
Bu olay, rahmetli dayımın o kadar zoruna gitmiş ki, yol boyunca “İnsanın bunlar karşısında Bediüzzaman’ın dediği gibi: ‘Bu sarık bu başla beraber çıkar!’ diyesi geliyor, ama biz onun gibi değiliz ki!” diyerek hep sayıklamış. Ve rahmetli, ömrü boyunca da bu “zilletli zulmü” hatırladıkça hep gözlerinden yaş gelirmiş.
Belki bu yazıyı okuyunca olaya gülenleriniz olabilir, ama maalesef bu memleketimizde bire bir yaşanmış olaydır ve hâlen bazı şahitleri hayattadır.
İşte “Hür Adam” filmine giderseniz “Bu sarık ancak bu başla çıkar” denildiği zamanın istibdadını biraz daha yakından görmüş olursunuz.
Zira bugünün “baharının” kıymetini bilmek için “kışı” biraz izlemek gerekli!