İnsan zaaf ve noksanlarla alûde, şeytan ve nefsin istilâsına açık bir varlıktır. Dolayısı ile ondan her türlü kötülük südûr edebilir.
Bunlardan biri ve en tehlikelisi de arzularına fikir sureti giydirerek hakikatleri dejenere etmesidir ki, böylece insanlar yanlışları doğru, doğruları yanlış zannederek aldatılmış olur.
İşte onlardan biri de, maalesef Risale-i Nur’un meslek ve meşrebinde yerinin olmadığını düşündüğümüz “Topal Hafız” lakaplı şahsın istismarıdır. Son dönemde Topal Hafız meselesi, çok yanlış yorumlanarak Nur talebelerinin insicamını bozacak bir noktaya getirilmiştir. Topal Hafız’ın 15 Temmuz sonrası tutuklanması üzerine; Risale-i Nur’un meslek ve meşrebine bağlı kalmış ve Risale-i Nur’un bütün prensiplerine hakkıyla riayet etmiş de, başına o işler gelmiş gibi bir hava estirilmiştir. Hakikatte, Topal Hafız’ın, nakledenlerin de itirafı ile, Bediüzzaman’ın ikazına rağmen, hayatının ilerleyen kısımlarında Risale-i Nur’un meslek ve meşrebine uymayan bir cereyanın içinde yer aldığı ve bütün himmetini ona sarf ettiği için o sıkıntılara maruz kaldığını düşünmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Üstad Hazretlerinin Risale-i Nur’un meslek ve meşrebine sadakat ve kanaat hususundaki hassasiyeti malumdur. Hatta Üstad Eskişehir hapsinde, Şeyh Şerafeddin’e meyleden bir talebesini “Sen beni tekzip ettin” diye reddetmiştir.
Bu meselenin özeti şudur: ‘teyid edilmemiş bir rivayete göre’ Üstad, Topal Hafız’a “İlerde çok sıkıntılı bir nifak dönemi olacak, insanlar hapislere doldurulacak, sen de onlardan olacaksın” demiş. Ve hakikaten 15 Temmuz’da aynısı olmuş; Topal Hafız’la birlikte Risale-i Nur’un meslek ve meşrebinden ayrı bir yol tutanlar, ne yazık ki, o musibetlere maruz kalmışlardır. Aslında burada Topal Hafız, o ikaza kulak verip şahsî, indî arzularını bir kenara bırakarak Risale-i Nur’un prensiplerine ve Nur talebelerinin meşveretlerine tâbi olması gerekirken, bilâkis o cereyanın içinde yer aldığı için bir musibete maruz kaldığı anlaşılması icap eder. Halbuki, uymadığı halde takdir edilip, hakikatin hilafına olarak âdeta haklıymış gibi gösterilmek istenmektedir. Zira Risale-i Nur’un prensiplerine uyanlar o felâketten mahfuz kalmış, hiçbir hakikî Nur talebesi zarar görmemiştir. Buna rağmen, bizim dışımızda vuku bulan bir hadise olduğu hâlde, yaşananlar ısrarla Nur talebelerine mâl edilmeye çalışılmaktadır.
Mesele öyle bir noktaya getirilmiştir ki, sanki Topal Hafız Risale-i Nur’un meslek ve meşrebine sadık kaldığı için o felâkete maruz kalmış gibi gösterilmektedir. Hatta daha tehlikelisi, Risale-i Nur’un meslek ve meşrebinden ayrılan ve tarikat meşrebâne bir yol tutan tek şahıs etrafında toplanıp “farklı bir çığır açanlar” hakikî Nurcu imiş gibi lanse edilip gerçek Nurcular onlara iltihak etmediği için itham edilmektedir. Halbuki bu; ikaz edildiğimiz, ahirzaman nokta-i nazarından en büyük fitne ve imtihanlardan biridir. Çünkü Üstad Hazretleri Yirmi dokuzuncu Mektub’un Beşinci Desise-i Şeytaniyesinde bizi şu mesajlarla ikaz eder:
“Ehl-i dalâletin tarafgirleri, enaniyetten istifade edip kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir. Ve en zayıf damarı da odur. Onu okşamakla çok fena şeyleri yaptırabilirler” dedikten sonra, “O [...] kuvvetli enaniyet-i ilmiyeyi taşıyan zatlar bilsinler ki, bana değil, Kur’ân-ı Hakîm’e talebe ve şakirt oluyorlar.” “O ulema, ya daha kolay bir çaresini bulsunlar veyahut bu çareyi iltizam edip ders versinler, taraftar olsunlar.”
Üstad yine bu vesile ile Risale-i Nur hizmetine destek yerine köstek olan ulemaü’s-sû hakkındaki tehdid-i azîme de dikkat çekerek, mealen, “Firavunmeşrep bir adamın kemal-i sadakatle etrafında toplanıp, şiddetli bir tesanüdle iş gördükleri halde acaba bu kardeşiniz terk-i enaniyetle hakaik-i Kur’âniye etrafında bir tesânüdü sizden istemeye hakkı yok mudur?” diyor ve onun bir vazife-i vicdaniye olduğunu ihtar ediyor.
—DEVAMI HAFTAYA—