Anneliği bütün anneler hissederler, lâkin insanî anneler hem yaşarlar, hem de ifade edebilirler.
Zira bir yaşama sanatıdır, annelik. Bahsimiz insanî anneler… Ve hatta Müslüman anneler… Hayatlarını yavrularına adamış şefkat kahramanları… Diktiği ağacın meyve ve gölgesini beklerlerken; ahirzamanın felâketine kapılmış feryâd ü figân içindeki anneler…
Fedakârlığın nihaî hududundaki bu kahramanların, helâket-felâket asrında karşılaştığı dertlerin dermanının olmamasını düşünmek; Rabbimizin Rahîm ismine uygun olmadığı kadar, kadere imanla tenakuz teşkil eder. Derdi veren dermanı da vermiştir. Mesele, ilâcını doğru yerde arama ve zamanın fedakârlarıyla buluşabilme…
Geçen yüzyılın devriliş ve zelzelelerini Bediüzzaman’dan okuduğumuzda, tarihin serapa ibretlerle dolu olduğunu görüyoruz. Ahirzamanın ebeveynlerini ağlatan ve ihtiyarlarını ümitsizliğe düşüren dehşet, birdenbire meydana gelmemiş. Bugünü doğru anlamak, Kur’ân eczahanesinden ölümcül dertlere derman bulma şartlarını yakalamak ve kurtuluşu ararken yeni tuzaklara yakalanmamak için, zamanın doktorunu dinlemekten başka çare olmamalı.
Helâket-felâket zamanında, hiçbir annenin yavrusunu tek başına kurtaramayacağını; imansızlık, kaoslarımız, ahlâksızlık ve daha nice musibetlerden yalnızca koruyamayacağına, etrafımızdaki tuzaklar bize göstermiş olmalı. Medeniyetin harikalarındaki gelişmeler, çocuklarımızı koruma yaşını ikiye indirmiş. Hayatın kesreti, dağınıklık ve müşevveşiyeti; annelerin yavrularıyla ilgilenme şansını azaltmış. Çoğu kere de, altyapı cihetiyle yetersiz kalan anneler, yalnızca gözyaşı dökebiliyorlar. Bu çaresizliğe, yavruları ihsan eden Rabbimiz elbette çare olacaktı. Asrın ölümcül dertleri, zaruriyatı ve içtimaî ihtiyaçları cihetiyle; Kur’ân ve sünnetin tezgâhında dokunmuş Risale-i Nurlara müracaat eden anneler, biiznillah meselelerini halledeceklerdir.
Bediüzzaman’ın Nurlar’da ve pratiğinde öne çıkardığı “medrese” manasının konumuzla alâkası üzerinde durmadan önce; anne ile medrese kelimelerinin aynı cinsiyette olmaları, gariptir. Terbiyenin, eğitimin, insaniyetin, kimliğin ve medeniyetin annesüdü kolaylığında çocuklara verileceği mekânın mahiyeti, dizaynı, tefrişi, müfredatı ve usulü üzerinde hassasiyetle duran Said Nursî; bizi ağlatan problemleri suhuletle çözüyor.
Bediüzzaman medresenin mahiyetini, yalnızca Nur Talebelerine ders vermiyor. Suffe’den Şam-ı Şerife; bu manaya inanmış ehl-i imanın temel ihtiyacı olarak medreseyi tarif ediyor. Medreselerimiz henüz sekerata girmemişken, bütün Müslümanlar için aynı manaya geliyordu. Hastalığı, mektepçe sürgüne gönderilişi ve nihayet Anadolu’da süfyaniyetçe öldürülmesinden önce Tağ ile Nurşin aynı manalara geldiği gibi; Horhorla Fatih Külliyesi’nin dalgalandırdıkları, mana aynıydı.
Sonra… Medresenin ıslahı için Van’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Horhora, Horhor’dan Kostroma’ya ve oradan Darü’l-Hikmete koşuşturan Bediüzzaman’ın ufkunda medrese, hiç ama hiç kaybolmamıştı.
İlk menfası Barla bir medrese olduğu kadar; Eskişehir, Denizli ve Afyon zindanları da Medrese-i Nuriye’nin şubeleridirler. Usul ve müfredatı oradaki şartlara göredir, elbette… Vefatına kadar yaşadığı tüm mekânları medreseye çeviren Bediüzzaman’ın, merhum Menderes ve arkadaşlarına gönderdiği son uzun mektubunda medrese; “altmış beş senelik gaye-i hayâlim” diye anlatılmıyor mu?
Medrese derken, Suffe Medresesi, Ebu Derda’nın Medresesi, Camiü’l-Ezher derken söz Medresetü’z-Zehra’ya gelir, çoklukla. Onlar bu yazının mevzuları değil. Fakat gizlenen bir hakikati bu vesileyle aşikâre edelim… Medrese, yalnızca Nurcuların meselesi değil; Nakşîlerin, Kadirîlerin, tasavvuf berzahına uğramak istemeyen cemaatlerin ve yavrularını dünyanın felâketinden ve cehennemin helâketinden kurtarmak isteyen her ebeveynin meselesi… Medrese olmaksızın bu zamanda, geleceğimiz olan yavrumuzu yetiştirmek de, korumak da artık mümkün görünmüyor. Her mahallede, her büyük apartmanda, her sitede ve her camiye bitişik mutlaka medreselerin açılması annelerin üzerine farzdır.
Bu noktada Kemalistler zahirî hocaları tahrik ile, medrese yerine İmam-Hatipleri öne süreceklerdir. Evvelâ ismi üzerinde, mektep… Laikliği benimsemiş bir rejimde, şu anayasa ile devlet medreseye sahip çıkamaz. Ancak anneler ve annelerin harekete geçireceği dinî cemaatlerin meselesidir, medrese.
Kur’ân ile çocuklarımız arasındaki Arapça duvarını kaldıracak ve onları fıtratlarına uygunca Peygamber terbiyesiyle yetiştirecek yerlerdir, medreseler… Tıpkı, devletin nazarı altındaki binlerce meslekî kurslar gibi… Onlara itiraz eden var mı?