Bediüzzaman’ın sırlarla örtülü I. Dünya Harbi’ndeki esareti ve bilhassa Kostroma’dan başlayarak St. Petersburg, Warşova, (Berlin), Viyana ve Sofya yolu ile vatana avdeti hakkında bilinenlerin çok az olduğunu biz de biliyoruz.
Eserleri arasında geçen bazı küçük ve kısa çizgilerle, büyük resmi çizmeye çalışanlar, genellikle çok detaylarda mutabık yazıyorlar. Yalnız; Said Nursî’nin Varşova üzerinden dönerken Berlin’e uğrayıp uğramadığı hususundaki tartışmalar şimdilik devam ediyor.
Bitlis’in düşüşünde Ruslara teslim olduğu noktadan, ta İstanbul dönüşüne kadar, bu maceralı geçtiğini ihsas ettirdiği yolculuğunun detaylı hikâyesinden hiç bahsetmiyor. Kendileri 1948’de Afyon Hapishanesi’nde iken, Abdurrahim Zapsu’nun Ehl-i Sünnet mecmuasında neşrettiği “komutana kıyam etmeme” hikâyesini hiç kimseye anlatmamasını “şahitsizliğe” bağlıyor. 1950’lerde talebelerinin hazırladığı Tarihçe-i Hayatı’nın nüshalarındaki üslûba bakarsanız, şahsının öne çıkarılmasını istememesine de bağlanabilir, bu husus. Kur’ân’a hizmetkârlığını, Risâle-i Nurlar’la alâkasını ve bu çerçevede efkâr-ı âmmenin bilmesinde fayda mülâhaza ettiği hususların dışındaki hayat hikâyelerini gizleyen Said Nursî; bu uzun, maceralı, tehlikelerle dolu Tarihçe-i Hayatı’ndaki karelerin bilinmesini de pek istemiyor gibi... Yalnız; hem Cihan Harbi’ndeki pozisyonu, hem bu harp esnasında kaleme aldığı İşaratü’l İ’caz tefsirinin mahiyetini ve kaderin bizzat kendilerine, ahirzaman çerçevesinde tevdi ettiği rollerini anlamadan, bu seyahatin mahiyetinin anlaşılmayacağını söylemek istiyoruz.
Bediüzzaman’ın bizzat Enver Paşa’nın dâveti üzerine üç yüz talebesiyle birlikte Van’dan Kafkas cephesine gitmelerini ve orada üniformasını ve vazifesini Paşa’nın elinden almasını nazardan uzak tutmamamız gerekir. Pasinler’den Bitlis’e, ahaliyi Ermeni Çeteleri’nin ve Rus Ordusu’nun katliâmlarından çarpışarak kurtaran Said Nursî’nin; durup dururken esir düşmesini aynı karede değerlendirdiğimizde, kaderin sevk ve idaresini daha net görebiliyoruz. Bitlis’in düşüşünden sonra, onu Doğu’da Ermeni fedailerinden ve kamplarda Bolşevik tedhişçilerinden mütemadiyen koruyan, esaret kamplarında kendisine koruma tahsis ederek, adeta çalışmalarına yardımcı olan Ruslar’ın Bediüzzaman’ın misyonunu bilmemeleri mümkün müydü? (Geniş bilgi için bknz. Mufassal Tarihçe-i Hayat, Badıllı)
Birinci Cihan Harbi’nin mahiyetini; farklı tahlillerle teşrih ettiğimizde; hedefinde İslâmiyeti ve dolayısıyla insaniyeti yok etmek isteyen tarafların yardımıyla; burada “Ahir zamandaki dehşeti durduracak” hakikatlerin ve embriyoların teşekkül ettiğine şahit oluyoruz. 1919’un hazanında, bir rüya-yı sadıkada kendisine söylettirilen hitabede bu feci akibetin “şerr-i mahz” olmadığını ve bağrında yepyeni hayırları beslediğini söylüyor. (Bakınız, Sünûhat, Rüyada Hitabe…)
Almanya-Avusturya’nın ve belki de Avrupa’nın en güzide ve deha çocuklarını savaş münasebetiyle Kostroma’ya toplayan kaderin de elbette bir hesabı olacaktır.
Bir çoğunun bu kampları medrese ittihaz ederek burada, üç seneye yakın bir zaman zarfında Said Nursî’den Kur’ânî hakikatleri ders aldıklarını, musîbetzedelerin hatıralarından öğreniyoruz. Bu zekî öğrencilerden bazılarının İşaratü’l İ’caz´ı orijinalinden ders almak üzere Arapça’yı kavradıklarını öğrendiğimizde, bu esaret kampının ve bu kampta eğitim veren Said Nursî’nin ve Said Nursî’den ders aldıktan sonra bazıları Almanya ve bir kısmı da Amerika Birleşik Devletleri’nde önemli görevlere gelen kişilerin; sıradan insanlar olmadığını daha iyi anlıyoruz.
Esaret öncesinde ve sonrasında zamanı, tıpkı Gazali, Geylani ve Rabbani (kuddisesirruhum) gibi kullanan Said Nursî’nin iki buçuk seneye yakın burada verdiği eğitimin; istikbali ve burada ortaya çıkacak hadiseleri genişçe kucakladığına şahit oluyoruz.
Bize göre, Bediüzzaman’ın misyonuyla mütenasip bir vazife ile Kostroma’dan Berlin’e ve hatta Amerika’ya dönecek bu çocuklar (Said Nursî’den ders alan Alman ve Avusturyalı askerler), tarihin seyrini değiştireceklerdi.
Bu sahanın, Risale-i Nurlar’dan ve ahir zaman hadiselerinden haberdar dikkatli araştırmacılarıyla yapılacak çalışmanın, insanlığın kararmış ufkunu aydınlatacağı kanaatindeyiz.
Birinci Cihan Harbi’nde İngilizlerin Bolşevizmi, dinsizlik ve ahlâksızlığı Almanları yenmek üzere siyasetinde kullandığını yine Said Nursî haber veriyor. Bu hakikati Said Nursî’nin Kastamonu’dan Isparta’ya Medresetüzzehra talebelerine yazdığı mektuplarda daha net görebilirsiniz (Geniş bilgi için, Kastamonu Lâhikası, s. 53)
Bu önemli konu ile alâkalı yazmaya devam edeceğiz, inşallah..