Annelerin feryatlarını duymamak ve yaşlılarımızın uğradıkları zulmü görmemek için sağır ve kör olmak lâzımmış…
Her iki sınıfın vaveylaları; elbette çocuklarından ve Kur’ân terbiyesiyle yetiştirilemeyen gençlikten… Yazımızın başlığını yadırgayanlar, zamanı yeniden okumalılar… Dünün güneşinde çamaşırlarını kurutmak isteyenlerin şikayetleri ise, yine zamandan…
Dün dündür, bugün de bugün… Dünün terbiye usulü ile yarının gençlerinin yetişmeyeceğini İmam-ı Ali (ra) söylüyorlar. İki yaşından itibaren, Batı felsefesinin materyalist terbiyesine bıraktığımız yavrularımız yuvalarını terk etmesinler diye, ne rüşvetler veriyoruz, değil mi? Sebebi ise, yanlış anlaşılmış hürriyetler olmalı. Hürriyetlere itiraz ettiğimizde; kapımızda polis başta olmak üzere, emniyet ilgilileri beliriveriyorlar… Yanlış hürriyet çıktığından bu yana, mertlik bozulmuş. Hadiselere bu aralıktan bakabilen dinî cemaatler “yanlış hürriyetlerle istibdada yakın disiplinler” arasında koşuşturup duruyorlar. Bin beş yüz yıldır, insanlığın dertlerine derman ve yaralarına ilâç olan Kur’ân’ın bizi halimizle başbaşa bırakacağına elbette inanmıyoruz. Allah’ın Rahman ismi kadar, Rahim isminin tecellisine de inanıyoruz.
Kur’ân’ın zamanımızı ışıtan/ısıtan tefsiri Risale-i Nur’u dertlerimiz çerçevesinde mütalâa ettiğimizde, problemlerimize çözümler buluyor, daralan yollarımızın göğüslerimizle birlikte genişlediğini hissediyoruz. Zamanın hastalıklarına, Kur’ân’dan reçeteler yazmaya ve hayatıyla onları nefsiyle tatbike memur Bediüzzaman’ın; çocuklarımıza, gençlerimize, anne ve babalarımıza yazdıklarını ve ortaya koyduğu dersleri okuyanlar; şevk, ümit, sevinç ve heyecan içinde inkâr-ı Ulûhiyet ve sefahatin karşısına dikiliyorlar.
Zaman cemaat zamanıdır. Hiç kimse yek başına evinde çocuğuna zamanın terbiyesini veremez. Cemaate muhtaçtırlar. İşte burada Marksist Kemalistler, global ihtilâlci inkâr-ı Ulûhiyetçilerle ittifak edip hem dindar fertlerin, hem Diyanetimizin, hem de dinî cemaatlerimizin üzerlerine çullanıyorlar. Cemaatleri inkâr ederek… Güya dine taraftarmışçasına camiyi tavsiye ederek… Bütün cemaatleri zan altında bırakarak… Sosyal hayatta tabanı ve mekânları olan cemaatleri jurnalleyerek, bazen suç duyurularında bulunarak birlikte İslâmiyet ve Sünnet-i Seniyyeye hücum ediyorlar. Bilhassa 12 Eylülle birlikte hem kanunları, hem kurumları, hem finans sektörünü, hem kamuoyunu, hem de korkuyu kullanarak çoğu cemaatleri kendi çizgilerine çektiler…
Demokrasi/hürriyet olmayan yerde, müstebitler gönüllerince kanun yaparlar. Hukukun üstünlüğüne zıt, adaleti parçalayan, fıtrat ile çatışan ve bin senelik geleneğimizi tahrip eden kanunlar… Sorulduğunda, kanunîdir, derler. Tıpkı tek partili Türkiye’mizdeki uygulamalar gibi… Lenin ve Troçki’den öğrendiklerini Anadolu’da tatbik etmişler. Bugün dünden mahiyet olarak farklı değil. Zahirî serbestiyetle birlikte tüm olumsuzluklar devam ettiğine göre; çocuklarımızın içine düştüğü felâketler ve anarşizme kayan gençliğimizin müsebbibi, modern Komünizmi oynayan Kemalizm diyebiliriz…
Türkiye’mizin bütün dinî cemaat temsilcilerini, münferit âlimlerini, dindar akademisyenlerini ve ehl-i tarik olan takvalılarını; Kur’ân ve sünnetteki hürriyet/demokrasi telâkkisini ahaliye anlatmaya davet ettiğimizde, haddimizi aşmış mı oluruz… Bilmem… Zaman gösteriyor ki, insaniyetin bütün fertleri halifelik istidat ve kabiliyetiyle yaratılmışlar… Dinsiz Batı Felsefesinin üzerimize boca ettiği enaniyetle artık aklın zıddını reddeden bir nesille karşı karşıyayız. Üç yaşındaki çocuk, iknayı bekliyor ebeveyninden… Hürriyetin yeni doğmuş neslini ancak demokrasi ile biraraya getirebileceğimize inanıyoruz.
Anneler bunun farkına vardılar, lâkin usul bilgilerinden mahrumlar. Cömertçe yavrularına verdikleri şefkatlerinin mahkûmu olunca da, iş işten geçiyor. Ne kadar hürriyet, nereye kadar serbestiyet ve doğrular nasıl verilecek? Bütün bu hususların Risale-i Nurlarda olduğunu bilseler anneler; elindeki nakışlarını, takip ettikleri dizilerini, programladığı tatillerini ve söz verdikleri altın günlerini anında feda edecekler… Zira işin ucunda, evlâdının dünya ve ahiret saadetleri sözkonusu…
Başlığımız hem cemaatlerimizi, hem de anneleri ürkütmesin. Hürriyetten mahrum mü’minlerin ibadetleri eksik oldukları gibi, hürriyeti hazmedemeyen cemaatlerin irşadı da eksiktir. Biz demokrasiyi sınırları fıtrat kanunlarınca belirlenmiş bir şeriat olarak kabul ediyoruz. İnanıyoruz ki; insanlar hür olsalar da yine Abdullah’tırlar…