Salih bey: Asâ-yı Mûsa’da geçen şu cümleyi açar mısınız? “Neden bir rükün ve hakikat-i imaniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlaka düşer ve kabul etmeyen İslâmiyet’ten çıkar? Halbuki sair erkân-ı imaniyeye imanı varsa, onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor.”
Rükünler Birbiriyle Bağlıdır
Soru, İslâm imanının nezaketi ile ilgilidir. Öyle ki, İslâm imanı ciddiyet istiyor. İslâm’ın Allah’tan geldiğine ve Allah’ın dini olduğuna topyekun inanmayı gerektiriyor.
Böyle bir topyekun inanmakla insan kurtulabilir. Bu dinin bir kısmının Allah kelâmı olduğuna dair inancını yitiren birisinin, inancını topyekun gözden geçirmesini istiyor. Çünkü inancı bölünmüş olur ve bu inanç amele yansımadığı gibi, kurtarıcı da olmuyor.
Çünkü içinde şüphe vardır. İman şüphe kaldırmaz. Şüphe ile iman bir arada bulunmaz.
Meselâ Allah’ın varlığına inanan ama ahiretin varlığından şüphe eden birisi, ahiret inancını gözden geçirmeli ve takviye etmelidir. Çünkü ahiretin varlığı bilgisi İlâhî bir bilgidir. Allah’a iman edenin ona da iman etmesi gerekir.
Asrımızda imana şüphe veren söylemler çok fazladır. Bu söylemlerden birine aldanıp şüpheye düştüğü zaman, şüpheye düştüğü noktaları derhal takviye etmeli, kendi haline bırakmamalıdır. Boş verirse içindeki vesveseyi atamaz. Şüphesi artar, içinden çakamaz, en sonunda Allah’a olan itimadı sarsılır ve imanını kaybeder.
Biri Diğerlerine Delildir
Bediüzzaman Hazretleri der ki:
“İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzî kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam olmazlar. Çünkü, herbir rükn-ü imanî, kendini ispat eden hüccetleriyle, sair erkân-ı imaniyeyi ispat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i a’zam olur.
Öyleyse, bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında birtek rüknü, belki bir hakikati iptal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir. Git gide küfr-ü mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur; hem maddî, hem manevî Cehenneme gider.”1
Bu cümlelerden, imanın altı rükünlü, birbirinden kopmayan, bölünmeyen, birinin bütününü, bütününün birini ispat ettiği bir büyük hakikat olduğunu kavrıyoruz. Böyle bir bütünü birbirinden koparmak bu hakikatin özüne aykırıdır.
Bir binanın taşları gibidir ki, taşların her birisi müstakildir, ama her birisi diğerlerini destekler. Biri hepsiyle beraber bir kıymet alır. Hepsi beraber olduğunda bina ayakta kalır. Bir taşı çekerseniz bina hasar görür ve yıkılır.
Birini Sarsamayan Hiçbirini Sarsamaz
İman altı esasıyla bir bütündür, bir rükündür. Her bir rükün hem diğer beş esası ispatlar, hem de diğer beş esasla ispatlanır. Her birisi diğer esaslara hem kuvvetli bir burhan olur, hem de diğer esaslarla kuvvet bulur.
Bütün iman rükünlerini sarsmayan batıl bir fikir, bir tek iman rüknünü sarsamaz. Veya bir iman rüknünü sarsan bir bâtıl fikir, aslında diğer rükünleri de yıkmış olur.
Kişi bazı rükünlerde gözünü kapatır, inanmaz ve delil de aramaz ise, sorumlusu kendisi olur. Gözünü kapayarak devam ederse, diğer esaslara inanmış olmak kendisini kurtarmaz.
Bu durumda insanın ilk yapacağı iş, imanını takviye eden bilgilere ulaşması ve imanını şüphelerden kurtarmasıdır. Ve imanını güçlendirmeye gayret etmesidir.
Dipnot:
1- Asâ-yı Mûsa, s. 65.