Risale-i Nur’un iman ve Kur’ân davasına gönül vermiş bir müslüman olarak, hangi meşguliyetlerle vakit geçirmeliyiz? Zihnimiz ve fikrimiz nelerle meşgul olmalı; hangi sahalarda yoğunlaşmalı, hangi işlerle iştigal etmeliyiz?
İnsanoğlu fıtraten merak sahibidir, meşguliyet peşindedir. Boş kalamaz. Zihni, kalbi, hissiyatı sürekli bir şeylerle meşguldür. Ancak asıl mesele, bu meşguliyetin ne ile olduğu ve neye hizmet ettiğidir. Mü’min için bu sorunun cevabı daha da önem kazanır. Hele ki Risale-i Nur hizmetine gönül vermiş bir mü’min için zamanın ve zihnin kıymeti, sıradan bir insanınkinden çok daha değerlidir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Asâ-yı Mûsa adlı eserinde yer alan Dördüncü Mesele’de, “âfâkî malâyaniyat” ifadesini kullanır. Bu tabirle, dünyevî, yüzeysel ve kişiye fayda sağlamayan boş meşgaleler kast edilir. Üstad, bu tür gereksiz işlerle meşgul olmayı, "tam bir akılsızlık" olarak nitelendirir. Hatta şöyle der: “Biz Risale-i Nur şakirtleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyade olsa dahi, ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatimiz var.”
Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki, bir Nur Talebesi için esas meşguliyet alanı “iman hizmeti"dir. Çünkü içinde bulunduğumuz asır yani ahirzaman, imanın sarsıldığı, şüphelerin zihinleri kuşattığı ve ahiret inancının farklı etkenlerle zayıflatıldığı bir zamandır. Dolayısıyla böyle bir zamanda en büyük vazife, imanı kurtarmak ve muhafaza etmektir.
Zihnimiz ve kalbimiz, yaratılış gayemiz doğrultusunda meşgul olmalıdır. Yani: Allah’ın marifetiyle, Kur’ân’ın hakikatleriyle, İman esaslarının derinlikleriyle, ahiretin ciddiyetiyle meşgul olmalıdır ve nefsin ve dünyanın aldatıcı yüzünü fark etmesi gerekir.
Risale-i Nur’un her bir dersi, mü’minin zihnini malâyaniyattan kurtarıp, tefekkür-ü imanîye sevk eder. Çünkü insanın kalbi boş kalmaz. Ya mana-yı harfiyle hakikate bakar, ya da mana-yı ismiyle malâyaniyata dalar.
İman meselesi sıradan bir mesele değildir. Cennet ve Cehennemin kapısını açan bir anahtardır. Kaybedildiğinde ebedî bir hüsran, kazanıldığında ve muhafaza edildiğinde ebedî bir saadet getirir. Dolayısıyla bir mü’minin zihnini meşgul etmesi gereken en büyük dava, kendi imanını kuvvetlendirmek ve başkalarının imanına yardım etmektir.
Risale-i Nur tezgahında yapılan gözlükle bakıldığında, bir mü’minin asıl meşguliyeti “iman davası” olmalıdır. Âfâkî malâyaniyatla meşgul olmak, aklı, kalbi, zihni ve zamanı israf etmektir. Bu sebeple zihnimizi faydasız işlerden arındırıp, iman, marifet ve tefekkür gibi hakiki gıdalarla beslemek zorundayız.
Her bir ferdin, önce kendi nefsine karşı, sonra da içten dışa doğru genişleyen dairelerde birtakım görev ve sorumlulukları vardır: ailesine, çevresine, topluma ve nihayet ümmete karşı. Peki bizler, bu görev ve sorumlulukların neresindeyiz? Kendimize vereceğimiz cevabın, Cenab-ı Hak tarafından işitildiğini ve kayda geçirildiğini unutmayalım. Zira hayatın her alanı bir imtihandır ve her sorumluluk bir emanettir.