Hüseyin Bey: “Bazen çaresiz kaldığımızda “İşimiz Allah’a kaldı” deriz. Bu sözde bir problem yok mu? İşimiz zaten Allah’ın takdirinde değil mi? İşimizi Allah’a bırakmayıp kime bırakacağız?”
Sebepler Dünyasında Yaşıyoruz
Bu sözde Allah’ın takdirine reddiye değil, kaderi inkâr değil, aslında ince bir biçimde kendi beceriksizliğimizi tenkit vardır. Çünkü sebepler dünyasında yaşıyoruz. Bediüzzaman’ın ifadesiyle bu dünya dar’ul-hikmettir. Âhiret ise dar’ul-kudrettir. 1 Dolayısıyla dünyada işler sebepler dairesinde gerçekleşiyor. Sebeplerin ipi bizzat taraf-ı İlâhî’dedir. Cenab-ı Allah’ın fiilleri, Hâkim ismi gereği sebepler perdesinde gerçekleşiyor.
Meselâ çalışıp kazanmazsan karnın aç kalıyor. Sulamazsan bahçen kuruyor. Cenab-ı Allah rızkı doğrudan ve aracısız yaratmayıp, Hâkim, Mürettip, Müdebbir, Mürebbi gibi isimleri gereği su, toprak, güneş, mevsim, iklim gibi nice sebeplerin perdesinde yaratıyor.
Nimete ulaşmamız için yeterli çaba göstermemiz gerekiyor. Yeterli çaba göstermediğimizde o nimet gelmiyor veya eksik geliyor. Yeterli çaba göstermemek ise ya bilmemekten, ya âcizlikten, ya fakirlikten veya tembelliktendir. Beşinci yol yoktur. Cenab-ı Hak ise imkânlar lütfetmiştir. Bilmiyorsak öğrenebilecek aklımız vardır. Gücü, kudreti, zenginliği, çeşitli imkânları lütfeden yine Cenab-ı Hak’tır.
İş Nasrettin Hoca misaliyle, un var, şeker var, su varsa artık helva yapmak zor olmayacaktır. Unu, şekeri, suyu yaratan Cenab-ı Allah’tır. Helva yapmak için bilgi, görgü, yetenek gibi gerekli donanımı lütfeden de Cenab-ı Allah’tır. Helvamızı da Cenab-ı Allah yapacak değildir!
Güleç Yüzlü Leziz Meyveler
Bu mesele Bediüzzaman’ın dilinde şöyle ifadesini bulur: “Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklarla besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana: Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına götürüp sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!” 2
Yoksa insanın nankörlüğü tutardı. Tih sahrasında İsrailoğullarına gökten kırk yıl kudret helvası indi. En sonunda İsrailoğulları nankörlükten, “Biz aynı şeyden bıktık.” demeye başladılar. Bu durum Kur’ân’da şöyle anlatılır:
“Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar.” 3
İnsan Hesabı Kendine Çıkarmalı
Yerin sebzevatı sebepler dairesinde geliyor.
Sebeplere başvurmakla mükellef olan da insanoğludur. Bu yol ise zaten açıktır. İnsanoğlu sebeplere başvurunca Cenab-ı Allah veriyor.
Sebepleri atlayan veya işe hakkını vermeyen insanın işi gerçekleşmiyor. Bu durumda kendisi mağdur oluyor.
İnsan mağdur olduğunda, üç türlü halde bulunur:
1- Ya hesabı Allah’a çıkarıyor ve isyan ediyor. Allah’a küsüyor. Hatta inkâra kadar gidiyor. Oysa tamamen haksızdır. Çünkü Allah herkese verdiği imkânları ona da vermiştir. Fakat o bu imkânları kullanmamıştır.
2- Ya tedbirlere sarılmayıp sadece duâya sarılıyor. Un veren, su veren, şeker veren Allah’tan helva da istiyor. Duâsı kabul görmüyor tabiî ki. İnsan böyle yapmakla da haddini aşmış oluyor şüphesiz.
3- Veya hesabı kendine çıkarıyor. Nerede hata yaptığını araştırıyor. İşte bu böyle insan doğrusunu yapıyor.
Eğer gerçekten sebepler kapısı kapanmışsa, insan işini doğrudan Allah’a bırakabilir. Başka çaresi yoktur. Bu bir doğru zamanlı duâ halidir. Allah dilerse kabul eder.
Fakat sebepler kapısı açıkken kendi tembelliğini sorgulamayıp, işini Allah’a havale eden insanın, “İşimiz Allah’a kaldı” demeye hakkı yoktur.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 106. 2- Mesnevî-i Nuriye, s. 245. 3- Bakara Sûresi, 61.