İstanbul’dan Süleyman Un: “Müslüman bir ülke olmayan Japonya’da özellikle yoğun saatlerde metrolara pembe vagonlar eklendiğini ve bunlara sadece kadınların bindiğini biliyoruz. Halbuki bir ara Türkiye’de aynı şey teklif edildiğinde yer yerinden oynamıştı. Bunun sosyolojik ve psikolojik sebeplerini açıklar mısınız?”
Ne Müslümanız, Ne Ecnebî
Biz elhamdülillah Müslüman’ız. Ama etkilendiğimiz ve savunduğumuz kültür ne Müslüman, ne ecnebi! Arabesk bir kültürümüz var. Müslüman ahlâkı gibi bir ahlâkı beğeniyoruz, yaşamaya gayret ediyoruz. Ama Avrupa’lı gibi giyiniyoruz. Kültürümüz, görgümüz, adetlerimiz çoğu zaman Avrupalı. Bu tarz için de kimse bizi zorlamıyor; bu yola kendi irademizle giriyoruz.
Giyim kuşam ve hayat tarzını seçerken tercihimizin sorgulanmasını da istemiyoruz. Biz kendimiz ise yeterince sorgulamak bir yana, başkalarınca seçilmiş hayat tarzına gözlerimiz kapalı atılıyoruz. Onun moda olduğu algısı bütün benliğimizi sarıyor.
Netice buyurduğunuz gibi olacaktır. Başka türlü beklemek abesle iştigal olur. Otobüsleri veya metroları ayırmaya kalktığınız zaman, o nedenle yer yerinden oynuyor.
Örtünmek Fıtrîdir
Peygamber Efendimiz (asm), “Her insan İslam fıtratı üzerine doğar”1 buyurmuştur. Hangi dinden olursa olsun, insan fıtratını yaşıyor. Japon’ların tercihlerinde de fıtratlarının eğilimi etkili olmuştur. Fıtrî eğilimlerin önüne herhangi bir rejim küstahlığı gelmemiştir.
İnsan fıtratı kadına örtünmeyi, tesettürü, mahremiyeti, hayayı, aynı toplu taşımada sadece hemcinsi ile yolcuk yapmayı emreder2. Bunda hiç mübalağa yoktur. Feminizm gibi bazı felsefi söylemler ise, insan fıtratını özgürlük gibi başka bazı argümanlarla çiğneyip geçiyor. Zaten feminizme göre fıtrî olmak özgür olmak ile bu nedenle tezat teşkil ediyor. Feminizm fıtrî olmayı tezyif ediyor.
Oysa ahlâkî değerler giydirdiğiniz zaman, fıtrî olmak ile özgür olmak birbiriyle çelişmez. Ama ahlaki değerler giydirmediğinizde zincir kopuyor.
Fıtri olmak, içinden geldiği gibi, arzu ettiği gibi olmak değildir. Yaratılıştan ruhumuza ekilmiş değerleri bulup çıkarıp onları yaşamaktır. Utanmak, hicap duymak, arlanmak, edepli olmak, nazik olmak, haya sahibi olmak gibi.
Mahremiyet Ahlâkî Bir Değerdir
Erkeğe ve kadına kendi mahremi içinde alan açmak, bu açıdan dinî bir değerdir ve ibadettir. Buna saygı duyulmalıdır. İleri geri konuşarak mahremiyetleri incitmek en azından medenî bir tutum değildir. Fakat işin içinde dini ve dindarı tezyif etmek gibi bir fitne olunca, işe nefis karışıyor, şeytan dalaşıyor ve iş çığırından çıkıyor. İş nezaket meselesi olmaktan çıkıyor. İnsana ve insanî değerlere saygı unutuluyor; tezyifler, tahrikler, algılar vs. devreye giriyor.
Bu işin siyasî rant malzemesi yapıldığını da düşündüğünüzde, mesele kilitleniyor. Bu meselenin iki taraf oluşturduğunu, her iki tarafın da kendi savunduğunu değer açısından siyasî rant devşirmek gibi hasis bir niyete sahip olduğunu var saydığınızda, iş, işinden çıkılmaz bir noktaya savruluyor.
Oysa hangi dinden olursa olsun, bu meseleyi sadece nezaket ve saygı çözecektir. Kabalık ve hasislik ise çözümsüz bırakacaktır.
Bizde hem dinin yerine felsefeyi koyan ve felsefi disiplinlerde arayışını sürdüren sosyal sınıf var; hem de dininin gereklerini safiyane hayata geçiren sosyal sınıfımız var. İki sınıfın nezaketten uzak çatışması, böyle sıkıntılara neden oluyor. Bu çatışma Japonya’da bulunmuyor.
Bunu saygı ve nezaket çözer.
Dipnotlar:
1- Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünnet, 17; Tirmizî, Kader, 5
2- Bediüzzaman, Lem’alar, s. 315