“Ruhsatla amele kendini mecbur bilen ve sıkıntının verdiği evham ve me’yusiyet cihetiyle zâhirî inkâr ve çekinmekle azimet ve sadâkate muhalif hareket eden kardeşlerimiz o duâlardan mahrum kalmasınlar” diye bir duâsındaki “sâdıkîne” kelimesini kaldırdığını söylüyor Üstad Hazretleri.
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki; ruhsatı değil, takvayı esas tutmak, bid’aya girmemek ve evhama kapılıp kimliğini -Nurculuğunu- inkâr etmemek ve çekinmemek, sâdık bir Nur Talebesi olmanın şartlarıdır.
Dünyevî bir takım faydaları elde etmek ve kaybetmemek adına, bu zamanın arzî olan içtihadlarına istinaden takvaya münafi hareket etmek, hizmetten geri durmak ve Nurculuğunu gizlemek, kişinin daire içerisindeki pozisyonunu belirlemede önemli noktalardır.
Üstadımızdan anladığımız kadarıyla; Risale-i Nur’a muhalif bir cereyana taraftar olmayan, daire haricine atılmaz; hasların özelliğini taşımayan, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir ve hatta kalben taraftar olmadığı takdirde bid’a ile amel edenler bile dost dairesinde kalabilir.
Risale-i Nur’u bir bütün olarak kabul eden ve ondaki hakikatleri müştaklara ulaştırmayı vazife bilen, güneşi bırakıp mumu tercih etmeyerek hariçte medet aramayan, korkmadan ve çekinmeden her türlü sıkıntıya göğüs geren ve bu kudsî hizmetteki en küçük vazifeyi manevî feyizlere tercih edenlerin, elbette bir hususiyeti olacaktır. İşte Üstadımız buna “sadâkat” diyor.
“Esrarlı meselelere teşrik etmeyiniz” ifadelerinden ise; meşvereti ve meşveretlere katılması gerekenlerin hangi hususiyetlere sahip olması gerektiğini anlamak da mümkündür. Yani zıt bir mesleğe girmemişse ve Risale-i Nur’a muhalif bir cereyana taraftar olmamışsa meşveretlere dahil edilebilir.
Ayrıca dünyevî ve uhrevî hiçbir makamata alet edilemeyen Risale-i Nur’u sadeleştirmek sûretiyle tahrif etmek, siyasî bir zümrenin tekeline verilmesine çalışmak ya da bunu hoş görmek; sadâkatin bir başka gereği olan ‘kendi malı bilmek ve neşrine ve muhafazasına çalışmak’ esasına bütün bütün zıt bir harekettir.
Şimdi Üstad Hazretlerinin “sâdıkîne” kelimesini kaldırmak meselesine tekrar dönelim.
Risale-i Nur mesleğindeki şefkat, bu zamanda her meseleden daha büyük olan “iman kurtarmak” vazifesine baktığı cihetledir. Her türlü kusur, iman kurtarmak mesleğinde çakıl taşları hükmündedir. Bu sebeple Üstad Hazretleri bir duâsındaki “sâdıkîne” kelimesini kaldırıyor ki; hem onlar bu küllî duaların şümûlüne dahil olsunlar ve hem de “Acaba bizim bunda hissemiz yok mudur?” şeklinde bir me’yusiyete kapılmasınlar. “Milletimin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içerisinde yanmaya razıyım” dedirten de bu şefkat sırrıdır.
Bir not: “‘Sâdıkîne’ kelimesini kaldırdım” ifadesi Üstadın bir duâsı için geçerlidir. Bu duâyı da tesbihata dahil etmiş. Her sabah ve ikindi namazlarında İsm-i Âzamdan sonra okuduğumuz ‘Sübhaneke âhiyyen şerâhiyyen’ ile başlayan duâ, bu duâdır. Elimizdeki mevcut tesbihatlarda bu duâ haricindeki bütün duâlarda “sâdıkîne” kelimesi geçiyor ve elbette okumak lâzımdır.
Tesbihata dair kanaatlerimize bir başka yazıda değinmek ümidi ve duâsıyla..
Cenab-ı Hak bizleri “Sâdık Nur Talebelerinden” eylesin. Âmin...