Uzak bir istikbalde yapılacak olan yüksek bir Kur’ân tefsirine örnek ve me’haz olarak, İşaratu’l-İ’caz’ı yadigâr bıraktığını ifade ediyor, Bediüzzaman.
İfadetü’l-Meram’da, Kur’ân’ın nasıl bir kitap olduğu ve bu zamanda Kur’ân tefsiri yapacak kişinin ve tefsirinin hangi hususiyetlere sahip olması gerektiği izah edilmiş.
Bu izahata göre; zamanca, mekanca, ihtisasca ihatası o derece geniş olmalı ki, bütün milletlerin ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına ve ince fenlerine vâkıf olabilmeli. Hatta kendine has bir meslek ve meşrebinin olmaması lâzımdır ki, taassubdan hâli olsun. Aksi taktirde hakaik-i Kur’ânîyeyi bîtarafane bir şekilde, bütün milletlerin ayrı ayrı meslek ve meşreblerine uygun beyanı mümkün olamaz.
Bu özelliklerin tamamı bir ferdde bulunması mümkün olmadığı ve bu sebepten dolayı böylesine şümûllü bir tefsiri ancak bir heyetin yapabileceği ifade ediliyor. Bu heyet ise, her biri bir kaç fende mütehassıs olmak şartıyla; muhakkikin-i ulemadan teşekkülü lâzımdır ki, umumî emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazansın ve bir hüccet kabilinden olsun.
Şimdi şu zikredilen hususiyetlere ve şartlara hasr-ı nazar, Nur Talebelerinin devam eden vazifeleri şerh, izah ve tanzim olduğuna göre yeni bir tefsir ve heyet kurmak vazifemiz yoktur. Kendilerine has meslek ve meşrep sahiplerinin İ’şaratu’l-İ’caz’ı bir örnek ve me’haz kabul edip, yeni bir tefsir yazmaları da zor bir ihtimal olduğuna göre. O zaman kim yapacak bu tefsiri? kim seçecek bu heyeti? Muhakkikin-i ulemadan, her biri bir kaç fende mütehassıs ve her milletin en ince fenlerine ve ahval-i ruhiyelerine vakıf olduklarına kim kanaat getirecek? Eğer bir imtihana tabi tutulacaklarsa, o heyetten daha üstün bir heyet lâzım değil midir ki karar verebilsin?
“Birşey tamamıyla elde edilemediği takdirde o şeyi tamamıyla terk etmek caiz değildir kaidesine binaen“1 İ’şaratu’l-İ’caz gibi bir tefsiri yazmak ve yadigâr bırakmak şu manaya geliyordu:
Asır değişiyor... On beş sene süren eski usûl medrese eğitimi imkânsız hale gelecek... Kur’ân’ın etrafındaki surlar yıkılacak ve tahribat imanın rükünlerinde yapılacak... İ’şaratu’l-İ’caz tarzında altmış ciltlik bir tefsiri tahsile ne zaman ne de şartlar elverişli olacak... Öyle bir tefsir lâzımdır ki, Kur’ân’ın imanî hakikatlerini beyan ve ispat ve izah edecek; yediden yetmişe herkesin, her taifenin fehmine uygun olacak. Bazılara on beş gün, bazıları da on beş haftada kuvvetli iman-ı tahkikiyi kazandıracak. Hem sadece akıl değil; ruh, kalp ve sair lâtifelere de ihtiyacını temin edecek.
Birinci kısım malûm tarzda havaslara has bir tefsir yazmak zarureti olsaydı; bunun en güzel bir şekilde nasıl yapılacağının ispatıdır İşaratu’l-İ’caz. Bir devrin kapanıp, yeni bir devrin açıldığı andır. Ekserisi eski usûl olan tefsirlerin yerini Risale-i Nur’a bıraktığının içtihadını yapmaktır bu.
“Harb-i Umumî hâdisat ve netâicleri mâni olmasaydı, İşârâtü’l-İ’câz’ı Allah’ın tevfiki ve izniyle altmış cilt yazacaktım. İnşaallah, Risale-i Nur, âhiren o mutasavver harika tefsirin yerini tutacak”2 ifadeleri gösteriyor ki, söz konusu tefsir zuhur etmiştir. Bizlere düşen de, gerek şahsî, gerek heyetler şeklinde bu tefsirdeki ince sırları anlamaya ve anlaşılmasına çalışmaktır; hangi fende mütehassıs olursa olsun, hangi milletten ve meşrebten olursa olsun; Risale-i Nur’a dikkatle baksa, elbette bu sırları görecektir.
“...bir ferdin fehminden çıkan bir dâvâ, kendisine has olup, başkası o dâvânın kabulüne dâvet edilemez-meğer ki bir nev’î icmaın tasdikine mazhar ola”3 cümlesi de gayet mânidardır.