Modern zamanlarda kadınlar özellikle çalışma hayatında hızlı akan hayata ayak uydurabilmek için aslında olmadıkları birşeye dönüşüyor ve adeta ‘’erkeksi’’ bir hal alıyorlar.
Erkeksi olmayı da ‘’güçlü olmak’’ zannediyorlar. Erkeklerin giderek ‘’kadınsılaşma’’sı ise ayrı bir konu. Medya, feminizm gibi akımlar da bu tablonun yaygınlaşmasını sağlıyor. İş hayatındaki ‘’güç savaşı’’ kadın ve erkek arasında yaşanan problemleri de arttırıyor. Ailede denge bozuluyor. Çocuklar anne ve babadan yeterince şefkat ve ilgi göremiyorlar.
Yaşanan maddî manevî problemler karşısında, artık kimi uzmanlar ‘’Kadınların fabrika ayarlarına, yaradılış özelliklerine geri dönmesi gerekiyor. Bu sadece kadının değil, bütün toplumun mutluluğu için bir başlangıç olacak’’ diyorlar.
AHENK HER YERDE
Varlık âleminde her şey birbiriyle uyumludur. Gece-gündüz, siyah-beyaz, yaz-kış gibi kadınla erkek de birbirini tamamlar. Eşitlik ya da üstünlük değil, birbirini tamamlayıcılık asıldır.
Son araştırmalarda net olarak ortaya çıkmıştır ki, kadınla erkeğin yaradılıştan gelen özellikleri beyin yapıları, fizikî donanımları farklıdır. Bu tablo karşısında ancak tamamlayıcılıktan bahsedilebilir. Erkek ailenin himayesi ve geçimini sağlamaya yönelik duygu ve fizikî donanımlarla, kadın ailenin iç organizasyonunu sağlamaya yönelik cihazlarla donatılmıştır.
Aile ortamında olduğu gibi çalışma hayatında da kadın ve erkeğin yaradılış özelliklerine uygun şekilde kendinden bekleneni yapması önemlidir.
KADININ BİYOLOJİK SAATİ
Toplumda sevgi eksikliği o kadar yoğun ki kadınlar “çalışacaklarsa” sevgi, şefkat gerektiren işlerde (eğitim, sağlık, gıda…) çalışmalıdır. Fizikî dayanıklılığın gerektiği sektörlerdeyse erkeklerin daha aktif rol üstlenmesi yaradılıştan gelen donanımlarıyla uyumludur. Sözgelimi kadın maden mühendisi, şantiye şefi olacağım diye ısrar etmemeli. Yapar, ama biyolojik ayarlarını zorlayıp bozar.
Uzmanlar kadınların çoğunun kariyer sahibi, ama bedenen ve ruhen dayanıksız olduğunu söylüyorlar. Özellikle de büyük şehirlerde çalışan kadının sağlık faturası yüksek. Üstelik, kadınların iş hayatı dışında yaşadığı başka hayatî dönemeçler de var: Hamilelik, lohusalık, emzirme gibi…
Kadınların eskiye göre ileri yaşlarda evlenmesi, geç yaşlarda anne olması, yaşadıkları kariyer stresi, çalışma hayatının getirdiği zorluklar, hazır yemeklere olan rağbet kısaca “erkeksi bir hayat tarzı” sağlıklarını etkiliyor. Değişen hormon düzeyleri yirmili yaşlarda bile olsa anne olmak isteyenleri hayal kırıklığına uğratabiliyor. Hormon bozuklukları, depresyon, özellikle de jinekolojik kanser türleri artıyor.
Kariyer uğruna evlenmeyen kadınların yeni tercihleri arasında artık yumurtalıklarını dondurmak da var. Böylelikle yaşı ilerlemiş bile olsa dondurucuda bulunan yumurtasını kullanarak tıbbî müdahale ile anne olmaya çalışıyor.
AİLE YAPISI DEĞİŞİYOR
Potansiyel bebekler dondurucuda, doğduğunda bakıcıda, büyüdüğünde kreşte. Ailenin yaşlıları huzurevinde. Boşanmaların artması, tek ebeveynli çocuklar ise ayrı bir konu.
Bediüzzaman Hazretleri’nin tabiriyle “Terbiye-i medeniye”nin sunduğu aile modeli böyle. Ya çekilen manevî sıkıntılar?
Artan antidepresan ve ağrı kesici tüketiminin bu dertlere çare olabilmesi mümkün mü?
HÜLÂSA
Görülen o ki, hayat rehberlerimiz olan Kur’ân ve hadis-i şeriflerde sıklıkla vurgulanan ‘’saliha kadın’’ ‘’kavvam erkek’’ kavramları üzerinde yeniden yeniye düşünmek, tefekkür etmek, farkındalık oluşturmak gerekiyor. Problemlerin çözümü ‘’Terbiye-i Kur’âniye’’de.
Zira, kadının fıtratından uzaklaşması nispetinde ödediği maddî manevî fatura da ağır oluyor.