Uyumadan önce yaptığım hadis okumalarında “Her Günümüze Bir Hadis” kitabını takip ediyordum.
Bir gün karşıma şu hadis çıktı: “Kim ne hal üzerine ölürse, Allah onu o hal üzere diriltir.”1 Bu hadisin geniş rivayeti olan “Nasıl yaşarsanız öyle ölür, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” açıklaması beni tefekküre yöneltti, geçmişi hatırladım ve okulda staj zamanımda yaşadığım bazı hadiseler aklıma geldi.
Şehir dışından âcil gelen bir hastamız vardı. Anestezi vermeden önce hastayla konuşurken “Misafirlerim yeni gelmişti bu hastalık çıktı, aniden buraya gelmek zorunda kaldım. Onlar evde ben buradayım. İnşallah en kısa sürede evime geri dönerim” demişti. Ameliyat bittikten sonra uyandırma aşamasında “Nasılsınız?” diye sorduğumuzda ağzından çıkan ilk söz “Misafirlerim!” olmuştu. Devamında bir şeyler daha demişti, ama çok anlayamamıştım. Gerçekten hayret verici bir olaydı. Uyumadan önce aklında ne varsa, endişesi ne ise uyanır uyanmaz söylediği ilk söz de o olmuştu. Başka bir hastamıza ise ameliyat öncesi açlık zor gelmiş olacak ki anestezi vermeden önce “Ne zaman yemek yiyeceğim? Ameliyattan sonra hemen yemek yiyebilir miyim? Ben çok açım” demişti. Ameliyat bitince hastamıza seslendiğimizde ağzından ilk çıkan söz tabi ki “Çok açım! Yemek!” olmuştu. Bunun gibi daha çok hadise yaşadım. Gerçekten insanın fikri ne ise zikrinin o oluşu ve ölümün kardeşi olan uykudan uyanırken insanın bu şekilde uyanıyor olması, aslında haşirde de insan hayatını nasıl geçirmişse öyle dirileceğine bir misal.
Allah (cc) “Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz” 2 buyurmuştur. Her nefsin ölümü tadacağı hakikatini özellikle bu günlerde yakından hissediyoruz. Geçtiğimiz yıl ve bu yıl içinde çoğu tanıdığımın en az bir yakını vefat etmiş. Bu halet kabre girecek oluşumuzun yakınlığını hissettirdiği gibi sorgumuz nasıl olacak, haşrimiz nasıl olacak suallerini de zihne getiriyor.
Ecelin gizli oluşu aslında ölümü her an hatırımızda tutmamızı gerektirirken, bizler ne yazık ki gaflet ile bu gizlilikten ölüm bize hiç gelmeyecekmiş gibi hissedebiliyoruz. Bu gafletten nasıl sıyrılacağız?
Gafletten uyanma yöntemlerinden biri tarikatlar gibi çilehaneler vasıtasıyla kabir provası yapmaktır. Ancak bizler Nur Talebeleri bu yöntem ile değil, hazır zamandan istikbale giderek ömür ağacımızın son meyvesi olan cenazemizi görmek ile yapmalıyız. Peki, kabir sorgumuz nasıl olacak? On Birinci Şuâ’nın On Birinci Meselesinde Üstad Bediüzzaman, sarf ve nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesinin vefat ettikten sonra kabirde Münker ve Nekir’in suallerine nahiv ilmiyle cevap vermesinden bahsediyor. Aynı şekilde Risale-i Nur’un bir şehit kahramanı olan Hafız Ali Ağabeyin hapiste Meyve Risalesi’ni yazarken ve okurken vefat edip kabirde meleklerin sorularına mahkemedeki gibi meyve hakikatleriyle cevap vermesi bizler için bir numune-i imtisal.
Üstad, Risale-i Nur şakirtlerinin de o suallere karşı Risale-i Nur’un parlak ve kuvvetli hüccetleriyle cevap vereceğini müjdeliyor. Bunun için istikametten ayrılmadan Risale-i Nur dairesinde her anımızı geçirmeye gayret gösterip, talebe ve şakirt olmak için elimizden gelen bütün çabayı sarf etmemiz gerekiyor.
Cenab-ı Hak, “Ey iman edenler, Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve Müslümanlar olarak can verin” 3 âyetine uygun şekilde yaşayıp, vefat edebilmeyi hepimize nasip etsin.
Dipnotlar:
1- Her Günümüze Bir Hadis, Yeni Asya Neşriyat Araştırma Merkezi, İstanbul, 2011, s. 337.
2- Ankebut 29/ 57.
3- Ali İmran, 3/102.