Ali Rıza AYDIN |
|
Yarım kalmış duygular! |
Bir potinin hasretini çok çektim. Hep imrenirdim arkadaşımın ayağındaki uzun konçlu, önü bağlı, taban topuk köseleden yapılmış ve kabara çakılmış deri potinlere… Kış mevsiminde giyilirdi bunlar. Potinin tabanındaki kabaralar kara, kuma gömülür, buzda ise, tutmazdı. Anlayacağınız, “mest”in sağlamca yapılmışı ve lastiksiz kullanılanı, potin denen bu nesne. Bazen arkadaşlarım buzlu zeminlerde bu potinlerle çok güzel kayarlardı. Altındaki kabara, paten olurdu sanki. Çoğu zaman kişinin ayağının ölçüsü alınıp özel olarak imal edildiği için, genellikle zengin çocukları giyerdi onları. Yürürken ne de güzel tıkırdar, ayak tabanı büküldükçe gıcır gıcır ses çıkarırdı; bir görseniz… Bugün bile hâlâ, gönlüm hep o potinde. Birçok insanın buna benzer tatmin olmamış duyguları, elinin ulaşamadığı arzuları olmuştur. Telâfi edilebilenleri, edilmiştir belki. Ya edilemeyenler? İşte onlar, ömür boyu yaşar durur gönülde. Gizli gizli, sinsi sinsi “Ahh” sesini duyarsın. Bastırılmış duygular, bir gün baskı kurarlar! Allah murat edince çocukluktan gençliğe, ondan da olgunluğa erişiyor insanlar. Sürekli değişiyor beden. Gelgelelim, ruh hâleti değişmiyor. Babasından beklediği şefkati göremeyen, annesinin sevgisini deremeyen; küçük bir oyuncağa hasret kalıp, alamayan; tam da ihtiyaç duyduğunda, bir dayanak bulamayan çocukların ruh hâleti büyür mü? Yaşlansa da, büyümez! Ya, hiç baba görmeyen; ya, hiç anne bilmeyen; ya da hiç sevilmeyen ne hâldedir, kim bilir? Öksüzlük duygusu, mahzunluk bulutları gelir geçer ruhundan. Çükü içten içe, derinden derine gezinirler dünleri. Baba şefkatini başka babalarla, hatta babası yaşındaki adamlarla; onlara yaklaşmakla giderme çalışır kendince. Dizlerinin önüne oturtup saçlarını taradığını, onları belik belik bağladığını hayal etmek ister ama nâfile. Annesinin tarağı bir türlü batmaz saça. O, bir ömür, örgülü saçlarına kurdele bağlar durur bıkmadan… Ama, nâfile. Artık o, örgülü saçlara düşman kesilir; ya da, potinli ayakları görmek istemez! Çocuklukta yarım kalmış duygular, senelerce, mutluluğu gölgeler. Ne saç, ne baş, ne potin; bunlar birer bahane. Esas özlem, esas talep “sevgi”ye! Sevgi denen gıdanın bizatihi kendine açlık çeker çocuklar. İnsan ruhu, sevilmeye muhtaçtır. Rabbimiz böyle halk etmiş! Bu sevgi bazen aş, bazen ekmek, bazen oyuncak; bazen de oyun olacak ona, o susamış kalplere… Fark etmeli! Göz bebeklerindeki ışıl ışıl ümit pırıltılarını, fark etmeli. Ve, açmalı gönlü, gönlüne; doyasıya yüklemeli sevgiyi. Sevgisizlik, potinsizlikten daha kötü, örgüsüz saçlardan daha berbat! Hâlbuki, iltifatkâr dil, başı okşayan el gibidir âdeta; yumuşacık bir temas hayat verir, muhtaç olan ruhlara. Haydi! Doyasıya sevmeye… Hemen, gönüldeki sevgiye…
16.12.2010 E-Posta: [email protected] |