S. Bahattin YAŞAR |
|
Antalya’yı sonbaharda-kışta görün |
Kasım ayının son haftasında, hafta sonu Antalya’daydık. Antalya’yı ilk kez böyle bir mevsimde gördüm. O ne sakinlik, o ne masumluk ve o ne öyle faniliği, fıtriliği yansıtan sonbahar-kış görüntüleri. Şehrin bir insan gibi bir masumiyet taşıdığını ilk kez burada hissediyorum. Antalya, kendisinin yazın çirkin görüntüleriyle anılmasından oldukça rahatsız. ‘Benim bir de masum yüzüm var’ diyor adeta sonbahar mevsiminde. Her şehrin her mevsimi apayrı bir vitrinle çıkıyor insanların karşısına. Ama zannediyorum kirlilikler şehirden ve mevsimden kaynaklanmıyor. Ne oluyorsa insanda olup bitiyor her şey. Ben Antalya’yı sonbahar-kış mevsiminde daha bir sevdim. Bana daha bir yakın durdu her şey. Dostlarla şehir gezintisi yaparken, sararmış yaprakların kulağa fısıldadıkları hiç de kulak ardı edilecek cinsten değildi. Her mevsim bir farklı konuşuyor insanla. Kıymetli Hasan Hocam ve Ramazan Beylerle geçirdiğimiz zaman dilimleri gerçekten çok içten ve sımsıcaktı. Saygıdeğer İshak Abi ve Ali Çam Beylerin aralarındaki muhabbeti ve tatlı esprileri kıskanmadım değil. Yani yaşadığınız şehirde, mutlaka sizi daha bir farklı anlayan, daha bir farklı tanıyan bir kardeşiniz mutlaka olmalı. Özellikle de iman kardeşiniz. Yani şu an bu satırlara neler katacağıma şaşırdım. O kadar çok şey var ki. Gençleri mi konu edinsem, yaptığımız programımı konu edinsem, kahraman duruşlarıyla örnek Nur Talebelerini mi konu edinsem, yoksa, esnaf beyefendilerin her hafta yaptıkları o kahvaltılı Risâle-i Nur sohbetlerini mi konu edinsem. Bütün hatıralar adeta ‘Beni de! Beni de’ diyerek, hücum ediyorlar. Ben de kısa sürece oluşan bu hatıraların canlılığına ve diriliğine şaşırıyorum. ** ‘Gençlik ve Anne Baba İlişkileri’ konulu konferansımız, çok nezih Latanya Otel’de tam bir aile eğitim programı oldu. Nezih topluluk, söylenen bütün cümleleri hüsn-ü zan içerisinde ve çok alıcıları açık bir dinamiklik içerisinde dinlediler. Doğrusu annelerin, babaların ve gençlerin bulunduğu bir platformda konuşmak pek de kolay olmadı. Yani gençlerden bahsederken, anne babaların; anne babalardan bahsederken gençlerin incinmeyeceği bir dil seçmek biraz özen istiyordu. Ama öyle bir atmosfer oluştu ki, adeta hakkında konuşulan herkes, hakikatlerden kendine düşen dersler çıkarıyordu. Özellikle iki saatlik bir program olması ve programın birinci bölümünden sonra çay molası olması, dinleyicilerimizin görüş ve düşüncelerini yansıtmalarını netice verdi. Yetmiş beş yaşındaki, üniversite mezunu, emekli beyefendinin, ‘Otuz beş yaşlarında bir oğlum var. Onu çocukluk yıllarında ve gençlik yıllarında çok dövdüm. Bu tavrım yüzünden şimdilerde oğlumla hiçbir bağımız kalmadı. Hatta torunlarımı bile göremiyorum. Oğlumun bu tavrının sebebinin kendim ve ona uyguladığım şiddet olduğunu biliyorum. Şimdi gidip bulsam, ondan bütün yaptıklarım için özür dilesem ve hatta ellerine kapansam, ‘ne olur yavrum beni affet!’ desem, uygun olur mu ve nasıl karşılanır?’ diyerek kurduğu cümleler, zamanında dikkate alınmayan davranışların baba ile oğul arasında nasıl bir yıkıma sebep olduğunu çok açık gösteriyordu. Doğrusu ben de böyle bir durumla karşılaşacağımı hiç mi hiç düşünmüyordum. O anda, insanlık tarihi boyunca baba ile oğul arasında hep problemlerin varolageldiğini, ama en önemlisinin de bu problemlerin kalıcı izler oluşturmaması gerektiği üzerinde durdum. Burada dikkat çeken şey, sizin bir baba olarak yaptıklarınızdan pişman olmanız ve özür dilemeye hazır bulunmanızdır. Ama sizin bir adım atmanız ne kadar çok gecikirse, karşı tarafın da adım atma kabiliyeti o nispette zorlaşacaktır. Şunu da burada belirtmeden geçmeyelim. Bir baba ne kadar ağır davranışlar sergilese de, oğul babanın rızasını tahsile her zaman mecburdur. Baba yaptıklarıyla imtihan olurken, oğul da o yapılanlara karşı duruşuyla imtihan olmaktadır. Herkes kendi imtihanından sorumludur. Ama tabiî gönül arzu eder ki, böyle aile içi dramlar yaşanmasın, aile çatısı altında mutlu insanlar, mutlu sofralara otursunlar. Bunun için de dersimize çok çalışmamız gerekiyor. Çalışmadığımız ders başımızı ağrıtacaktır. Tabiî bir büyük olarak babanın böyle bir vicdan muhasebesi yapması ve yaptıklarından pişmanlık duyması yerinde bir davranış, ama içinde burukluk taşıyan bir davranıştır. Hiç değilse, bu ve benzeri yaşananlar, yeni baba olmuşlara ve henüz evlâtlarına tesir edebilenlere ve bağlantıyı koparmamış olanlara ders olur. Neticede yine yarın da babalar ve oğullar hep varolacaklar. Onun için konuşmada ifade edildiği üzere, anne-babaların da, gençlerin de dönem derslerine çok iyi çalışıp, yaşanan veya yaşanacak dönemle ilgili bilgi donanımına ihtiyaç olduğu göz ardı edilmemelidir. Bilgisiz yakalandığımız pozisyonların, yanlışı daha büyük olmakta ve telâfisi daha güç olabilmektedir. O zaman yapılması gereken, konuyu henüz evlenme düşüncesinde iken ele alarak işe koyulmaktır. Yani eş seçimindeki hassasiyet, ondan sonraki bütün aşamaların temelini oluşturacaktır. Nasıl bir aile yapımız olsun istiyoruz, nasıl bir ev içi atmosfer olsun istiyoruz, nasıl çocuklarımız olsun istiyoruz, nasıl gençlikleri olsun istiyoruz ve nasıl bir nesil olsun arzu ediyoruz hepsi birbiri ile ilgili adımlardır. ‘Gençlik ve Anne Baba İlişkileri’ konulu konferansımızın konuşulacak çok boyutları bulunuyor. Bolca da hatıralarımız, gözlemlerimiz oluştu. Kardeşlerle ve dostlarla çok güzel ve özel zamanlar geçirdik. Daha ne diyeyim, hatıralar öyle canlı ki, sanki daha hatıra olmamışlar. 13.12.2010 E-Posta: [email protected] |