Beden için el, ayak, göz, kulak ve sâir azalar ne kadar önemli ve elzem ise, kalbimiz ve ruhumuz için verilen manevî uzuvlarımız da o kadar önemlidir.
Hırs, atalet, muhabbet, nefret, vicdan, merhamet, korkaklık, cesaret gibi duygularımız, bu manevî cihazlarımızdan bazılarıdır. İnsana düşen, hangisini, nerede ve ne kadar kullanacağını bilmektir. Maddî ve ma-nevî uzuvlarımızı veriliş gayesine uygun olarak kullanırsak, hem bu dünyada hem de ebedî menzilimiz olan ahiret hayatında saadet ve selâmetimize vesile olacaklardır.
Meselâ hırs, bir işi başarmak, bir engeli aşmak, bir işin üstesinden gelmek, insanın mücadele azmini arttırmak için verilmiş bir güçtür. Hırs duygusu, aklın ve kalbin eline verilirse, bu meşrû amaçlara hizmet eder. Ama nefsin eline geçerse, işte o zaman tehlike başlar. Kontrolsüz bir güç hâline gelir. Hiçbir şekilde tatmin olmaz. Her şeyin daha fazlasını talep eder. Cenâb-ı Hakk’ın takdir ve tayin ettiğine rıza göstermez. Helâl dairesine riâyet etmez. Ulaştığı her noktadan sonra daha ilerisini ister. Ona ulaşmak için de her yolu mübah kabul eder. Bu ise, tuzaklarla dolu bir yolda insanın önüne atılmış cazip bir yem gibidir. Hırs insanın basiretini bağladığı için, gözler yem de olur, tuzaklar gözden kaçar. Onun için hırsla çıkılan yolculuk hüsranla neticelenir. Hırs hastalığı, kanaat ilacı ile tedavi edilebilir..
İnsana verilen korku duygusu ise, kendini tehlikelerden korumak için bir sigorta mahiyetindedir. Sigortalar çalışan sistemin gücüne uygun olarak seçilmelidir. Çok yüksek amperajlı bir sigorta tehlike anında devreyi kesmediği için koruma görevi yapmadığı gibi, düşük amperajlı sigorta da her an atar ve sistemin çalışmasına engel olur. İnsan da korku duygusunu ifrat ve tefrit noktalarında istimâl ederse, ondan fayda yerine zarar görür.
İnsan cesur görünmek kaygısı ile kendini tehlikeye atarsa, buna “deli cesareti” derler. Akıllı bir insanın deli cesareti göstermesine lüzum yoktur. Cesaret, haklı olduğu konuda hakkını savunmak, Hakk’ın hatırını halkın hatırından üstün tutmak için vakur ve cesur bir duruş sergilemektir. Bunun dışında, hayatını korumak ve tehlikelerden uzak durmak için korku duygusuna sahip olmak ve ondan istifade etmek gerekir.
Bediüzzaman Hazretleri, “Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil” diyor. (Mektubat, s. 705)
İnsan çok âciz, pek zayıftır. Hayatını korumak için korku zırhından istifade edecektir. Ama bu korku zırhını her zaman ve her yerde üzerinde taşımaya kalkarsa, bunun altında ezilir. Hayatı zehir olur. O zaman hiçbir şeye el atamaz, hiçbir işe teşebbüs edemez. Böylece korku, insanın hem hizmetine mâni olur, hem izzetini elinden alır. Yani insanın hizmet ve himmetine gem vurur. O halde korku duygusundan istifade edelim ama korkak olmayalım.
Korku bir ihtiyaç, korkaklık ise bir hastalıktır. O da ancak cesâret ilâcı ile tedavi edilebilir.