Geçtiğimiz hafta, bir eğitim ve öğretim yılı daha sona erdi ve okullarda mezuniyet merasimleri tertip edildi.
Son sınıf öğrencileri, temel eğitimin bir kademesini daha bitirip, yeni bir başlangıç yapacak olmanın sevincini ve heyecanını paylaştılar. Öğrencisiyle, velisiyle, bu sevince ortak olmak herkesin hakkı. Buraya kadar güzel de, güzel olmayan, üzücü olan hatta hassas insanları kahreden davranışlara şahit olduk. Ortaokul ve lise talebesi kız çocuklarının kılık kıyafetleri, davranışları ve konuşmaları, büyükleri utandıracak bir şekildeydi. Gördüklerimizi ve duyduklarımızı burada ifade etmekten haya ediyoruz. Bunlardan bahsetmek, bâtılı tasvir olacağından, anlatamıyoruz. Zaten anlatmaya da lüzum yok. Hemen herkes, kendi çevresinde aynı manzaralara şahit olmuştur.
Eskiden 19 Mayıslarda kız çocuklarına giydirilen kıyafetlere tepki gösterirdik. Okul idarelerini ve Millî Eğitim Bakanlığını eleştirirdik. Bazı veliler, çocuğuna o kıyafeti giydirmemek için rapor alarak, veya başka bir bahane ile 19 Mayıs’ta okula göndermezlerdi. Şimdi bazı veliler, çocuklarına o kıyafetlerden daha açık kıyafetleri kendileri giydirip beraberce mezuniyet merasimine gidiyorlar. Bundan otuz kırk yıl önceki anormal ve utandıran kıyafetler, bu günün normali haline gelmiş bulunuyor. Demek ki, kurbağa haşlama yöntemiyle, zihinler uyuşturuldu, manevî değerlerden uzaklaşıldı ve bugün her türlü açık saçıklık normal görülmeye başladı.
Bunun sebebini, ailelerdeki dinî hayatın eksiliği kadar, okullardaki eğitim sisteminde de aramak gerekir diye düşünüyorum. Eğitim sistemi ile o kadar çok oynandı ki, âdeta sistem diye bir şey kalmadı. En son 4+4+4 diye bir sistem getirildi. Güya İmam Hatiplilerin mağduriyeti giderildi. “Dindar nesil yetiştireceğiz” diye yola çıkıldı ama, bu yolun da çıkmaz sokağa çıktığı anlaşıldı. Eski İmam Hatipler ile şimdiki İmam Hatipleri kıyasladığımız zaman aralarında dağlar kadar fark olduğunu görüyoruz. Dindar nesil, dinini bilen ve yaşayan insanlardan meydana gelir. Bugün İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültelerinde namaz kılma oranları, klasik liselerden farksız hale gelmiş bulunuyor.
Namaz neden bu kadar önemli derseniz, dinin direği olduğu için derim. Din ise, insana güzel ahlâkı, edebî, hayayı ve doğru davranışları kazandırır. Direği çürük, temeli sarsılmış bir yapı ayakta duramaz. Yukarıda üzüntü ile bahsettiğimiz çocuklarımızın ve gençlerimizin bu acıklı halleri, namaza olan kayıtsızlıklarından ileri gelmektedir.
Demek ki, mesele temel eğitimde değil, eğitimin temellerindedir. Eğitimin temelinde Allah inancı, ahiret inancı, ibadet ihtiyacı, Peygamber (asm) sevgisi ve güzel ahlâkın kaynağı olan sünnet-i seniyyeye uygun hayat modeli olmalıdır. Eğitimde istenilen neticenin alınabilmesi için Bediüzzaman modeline ihtiyaç vardır. Bediüzzaman Hazretleri, okullarda din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulmasını ister ve bunu şu şekilde formülleştirir: “Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir. Aklın nuru fünunu medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder; iftirak ettikleri vakit birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe tevellüd eder.”1 Bediüzzaman bu modeli tesis etmek için büyük bir çaba sarf eder. Bunun için “Medresetü’z-Zehra” adını verdiği ve din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir eğitim sistemi tesis etmek istemiştir. Çeşitli manilerden dolayı bu sistem kurulamaz ama, bunun yerine her mahalde bir nur dershanesi açarak Risale-i Nur’u bu sistemin temel kitabı yapmış, arzuladığı eğitimin bu şekilde hayata geçirilmesini sağlamıştır. Çocuklarımızın ve gençlerimizin imanlı, ahlâklı, bilgili ve donanımlı bir şekilde yetişmesi için Bediüzzaman modeline ihtiyaç vardır.
Dipnot:
1- Münazarat