Her birimizin elinde bir telefon, evinde televizyonlar var.
Akşam olunca genellikle televizyon karşısına geçip, en azından haberlere bakmak isteriz. Sosyal medya meraklıları ise, her zaman haber almak, haber vermek, formlara ve yorumlara katılmak suretiyle, dünyada olup bitenleri takip ederler. Bunun için önemli işlerini erteleyenler, çok önemli vazifelerini ihmal edenler vardır.
Merakla haberleri seyrederken, çok defa üzülürüz, hatta kahroluruz. Özellikle savaş haberleri, terör olayları, cinayetler, kazalar insanı çok etkiler. Gazze’de gördüğümüz vahşet tabloları, insanın yemek iştahını kaçırıyor, psikolojisini bozuyor. Hem insan olarak, hem de iman kardeşliği hasebiyle duyduğumuz yakınlıktan dolayı, insanın etkilenmemesi, onların o perişan hallerinden, mazlum ve masum hallerinden öfke duymaması mümkün değil. Çocuk cinayetleri, masumların maruz kaldığı zulümler, işkenceler, mağduriyetler, insanı dehşet içinde bırakıyor. Son olarak Bolu’daki otel yangınında ise, milletçe yüreğimiz yandı.
Bütün bu olup bitenlerden akıl, kalp, ruh diğer latifeler büyük bir elem duyuyor, ıztırap çekiyor. Bu elim olaylara gaflet nazarıyla bakanlar, bu elemlerin sonundaki lezzetleri göremediklerinden, duydukları acı dayanılmaz hale gelir. Hatta, imanı zayıf olanları, “Cenab-ı Hakkın şefkati, böyle zulümlere nasıl müsaade ediyor?” diye bir soru ile karşı karşıya bırakabiliyor.
İnsan olarak elbette hemcinslerimizin, dindaşlarımızın ve masum insanların böyle şiddetli bir zulme uğramalarına üzülürüz, acı duyarız. Ama, o masumlar da sahipsiz değildir. Onları da yaratan Cenab-ı Hak’tır. O (cc) bizim bilmediğimizi biliyor, görmediğimizi görüyor. Merhameti ve şefkati ise, bizimkisi ile kıyas bile edilemez. Geçmişte de böyle vahşetler, zulümler, cinayetler yaşanmış. Hatta, Asr-ı Saadette bile, bugünkünden daha ileri, daha vahim olaylar meydana gelmiş. Meselâ, dört halifeden üçü şehid edilmiş. Allah Resulünün torunu, Kerbela çöllerinde günlerce susuz bırakılmış ve sonunda başı kesilerek sokaklarda dolaştırılmış.
İşte bu noktada insanın yapması gereken, şefkatini Cenab-ı Hakkın şefkatinden ileri sürmemektir. Bu hususta Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor ve bizleri uyarıyor: “Hem, dünya sahipsiz değil ki, sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ehvâlini düşünüp merak etme. Çünkü, onun sahibi Hakîm’dir, Alîm’dir; sen de misafirsin, fuzûlî olarak karışma, karıştırma. Hem insanlar, hayvanlar gibi mevcudât başıboş değiller; belki vazifedar memurdurlar, bir Hakîm-i Rahîm’in nazarındadırlar. Onların âlâm ve meşakkatlerini düşünüp, ruhuna elem çektirme. Ve onların Hâlık-ı Rahîm’inin rahmetinden daha ileri şefkatini sürme.”1
O masumların, o şehidlerin manevî kazancını bir düşünsek ve makamlarını bir görebilsek, onlara acımak yerine, onlara imrenmek ve onları tebrik etmek isterdik.
Yanlış anlaşılmasın, bu demek değildir ki, zulüm karşısında bigâne kalalım, ilgi göstermeyelim, aldırmayalım. Zalimlerin, görevi ihmalden dolayı insanların ölümüne sebep olanların ceza alması için elimizden geleni yapalım. Elimizden bir şey gelmiyorsa, zalime buğz edelim, beddua edelim, mazlumlar için de dua edelim. Ama, gece gündüz televizyon ve telefon ekranlarında bunları seyrederek kahrolmaya da lüzum yok.
Dipnotlar:
1- Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf