İnsan, çalıştığı bir işte, verdiği bir hizmette emeğinin karşılığını alamazsa, o işten zevk almadığı gibi, usanç duyar, şevki kırılır, çalışmak istemez.
Ama az bir emek karşılığı çok büyük bir ücret ve ikramiye alacak olsa, usanç duymak bir yana, bir an önce vazifesine başlamak için can atar.
Namazın bize kazandırdıklarının farkında olsak ve ücretini idrak edebilsek, bütün günümüzü namaz kılarak geçirmek isterdik. Namaz kadar az bir zahmetle, onun kadar çok kazanç sağlayan hiçbir iş ve meslek yoktur. Günde beş vakit namaz, bir saatlik bir zamanımızı alır. Bunun karşılığında bize ebedî saadetin yollarını açar. Bu dünyada huzurlu, güvenli ve sağlıklı yaşamamıza vesile olduğu gibi, kabirde, mahşerde ve sıratta en yakın dostumuz, en hakikatli yoldaşımız olur. Kabir denilen soğuk ve karanlık çukura bizi bırakıp gittiklerinde, dünyanın en zengini de olsak, orada beş para etmeyecektir. O dehşetli, dar mekânı genişlendirip nurlandıran bir arkadaş olarak namaz imdadımıza koşacaktır. Dünyada iken günde bir saat namaz kılmamız karşılığında kabirde alacağımız bu ücret az mıdır ki, şimdi bize usanç veriyor?
Bize bu hakikati en güzel şekilde izah eden Bediüzzaman Hazretleri, gözümüzdeki gaflet perdesini kaldırarak nefislerimizi ikaz etmeye devam ediyor:
İkinci İkaz:
- “Ey şikemperver nefsim! Acaba, her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Madem vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise, hane-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yı nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.” (Sözler, 21. Söz)
Evet, Cenabı Hak merhametlilerin en merhametlisi olduğundan, bize zahmet gibi gelen amellerin içine öyle lezzetler yerleştirmiş ki, değil insana usanç ve zahmet vermek, her tekrarda ayrı bir zevk ve lezzet veriyor. Namaz da işte böyle lezzetli bir ibadettir, tekrar edildikçe lezzeti artar.