Risale-i Nur hizmeti, kâinatta en büyük mesele, vazife ve hizmettir. Böyle kudsî bir davaya hizmet edenler, başıboş olamazlar. Gıybet, sû-i zân, dedikodu ve tezvirattan yılandan, akrepten çekinildiği gibi sakınılmalıdır.
Bu bir zarûrettir. Benim mizâcım farklı, fıtratım asabî, meşrebim farklı mazeretleri geçerli değildir. Bu hizmet kimsenin şahsî tasarrufunda değildir. Öyle ulu orta yeni icatlar geliştirip hizmet prensipleri vazedilmez. Dava bâkî, şahıslar fânî olduğuna göre bâkî davalar fânî şahıslar üzerine bina edilemez. Bu dava metne ve kitaba dayalı bir hizmettir. Külliyat’ta Hizmet Rehberi gibi yerlerde meslek ve meşrep esasları hiç noksansız yer almıştır. Hizmetin genel işleyişi de meşveret ve şûrâlarla şahs-ı manevîye tevdî’ edilmiştir. Artık bu hizmette şahıs yok, şahs-ı manevî vardır. O şahs-ı manevî, “Ruh-u cemaatten çıkmış az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki şûrâlar o ruhu temsil eder.”1 Şahs-ı manevîye itimad etmek elzem görünüyor. Şahs-ı manevînin hukuku şahsî hukuklardan daha önemlidir. Çünkü şahs-ı manevî daha metin ve daha istikametlidir.
Dedikoduya giden yol
Bazen gıybetin ve dedikodunun felsefesini yaparak diyoruz ki “Ben olmayan bir şeyi söylemiyorum ki, söylediklerim yaşanan hâdiseler. Hem ben, şahsım adına konuşmuyorum, davam adına konuşuyorum. Davayı savunmanın gıybeti ve dedikodusu olmaz!”
Evet, biz biliyoruz ki fıtratı müteheyyiç olanların rahatı yalnız sa’y ve cidaldedir. Sen ‘fıtratım heyecanlı, ne yapayım fıtratımda çarpışmak var, onun rahatlaması için bunları yapıyorum’ diyebilirsin. Hâlbuki orada sa’y etmek de var! Bütün himmetini hizmete sarf etsen ve Risale-i Nur’a çalışsan fıtratını müsbete sevk edebilirsin. Hem “Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır.”2 İşte hakîkat burada açık ve net olarak görülüyor. Nefsin mazeretlerine buradan izin çıkıyor mu? Asla çıkmıyor. Öyleyse nefis gıybetin felsefesini yapıyor. Bu çok çirkin bir felsefedir. Nefsin teşeffisine [öç almasına, rahatlamasına] hizmet eden bir yoldur. İşte dedikodu da burada başlıyor. Hâlbuki Risale-i Nur hizmetlerinde müzâhemet ve münâkaşa yoktur. Çünkü münâkaşa sû-i tesir eder. “Mizansız mücadele olduğundan, tiryak iken zehir olur. Diyenlere, dinleyenlere zarardır.”3 Hem “Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.”4
Cenab-ı Hak bir racül-ü fâcire hizmet ettirir
Ey nefis, acaba neyine güveniyorsun? Sen hizmet ettim diye gururlanma! Cenab-ı Hak bir racül-ü fâcir ile yani günahkâr ve fısk-ı fücûra müptela bir Müslümanın hizmetiyle bu din-i celîli kuvvetlendirir. Ey nefs-i nâdân! Daha hangi hesabın peşindesin? Anlaşılan o ki sen kendi kalbinin müşâhedatına tabisin. “Evet, herkes âyinesinin müşâhedatına tâbidir. Demek sizin siyah ve yalancı âyineniz size öyle göstermiştir.”5 Ayrıca “Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenab-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikâd-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür.”6 Ey nefis! Sen öncelikle kendi itikâd-ı kalbini parlatmaya ve kuvvetlendirmeye bak!
“Çabuk bu dedikoduları kesiniz, Nurlarla meşgul olunuz!”
Bediüzzaman da, Afyon Hapishane Mektuplarının birinde "Aziz sıddık kardeşlerim! İhlâs ve tesanüdümüze zarar veren hususî hissiyattan ve lüzûmsuz tenkidlerden çekininiz. Ben bu yüzden çok zahmet çektim. Geçmiş hâlleri tenkid etmek manasızdır, o daha dönmez ve ıslâh edilmez. Hem bir-iki zâtın ihtiyatsızlığını, hakikî fedakâr kardeşlerimize teşmil etmek büyük bir hatadır. Hem her doğruyu söylemek, doğru değildir. Ve hususan Üstadı hakkında hususî fikrini ve mübalağakârane medhini izhar etmek, aleyhimizdekilere bir yardım hükmüne geçebilir. Hem burada en lüzumlu vazifemiz, Nurları yazmak ve tashih etmek ve yazdırmaktır. Bunun hâricinde böyle hodfüruşane ve zararlı bir münâkaşaya sebeb olur. Ben bazı yazılarınızda israf görüyorum. Malda israf olduğu gibi, kelâmda dahi israf câiz olmaz. Bize zarardır. Çabuk bu dedikoduları kesiniz, Nurlarla meşgul olunuz.” ifadeleri ile meseleye son noktayı koyuyor. Demek meşru olmayan zeminlerde bazı yazılarla zamanımızı ve yazılarımızı israf etmek câiz değildir. “Kelâmda dahi israf câiz olmaz” ifadesi çok mühim bir ikazdır. Bize zarar olan çoğu lüzûmsuz ve malâyanî dedikodu kábilinden söz, yazı ve paylaşımları kesip, Nurlarla meşgul olmak ehemmiyetli bir vazife ve vecibedir.
Dipnotlar:
1- ESDE,s.350.
2- Mektubat, s.325.
3- Age, s.58.
4- Muhakemat, s.58.
5- ESDE s. 193.
6- Lemalar, s.310.