Bediüzzaman, Tuluat’ta ehemmiyetli bir meseleye daha temas eder. Şöyle ki: “Sebeb-i ihtilâf-ı muzır, ‘Bu haktır’ düsturu yerine ‘Yalnız hak budur’; ve ‘En güzeli budur’ hükmü yerine, ‘Güzeli budur’ hükmü ikâme edilmiştir.”1 der.
Bu noktayı Yirminci Lem’a’da şöyle izah etmektedir: “Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, ‘Mesleğim haktır,’ yahut ‘daha güzeldir’ diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden ‘Hak yalnız benim mesleğimdir’ veyahut ‘Güzel benim meşrebimdir’ diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.”2 ‘Bu haktır’ dediğimizde bir hakkı kabul etmiş oluyoruz. Başkaları da böyle bir hak kabulüne sahip olabilir. Nasıl ki güneş benim lambamdır desem, bu sahiplenme başkalarının güneşi sahiplenmesine zarar vermiyor ise; aynen öyle de ‘Bu haktır’ düsturunu rehber etmek, başkalarının da kendi mesleğine ‘Bu haktır’ demesine mani teşkil etmez. Ancak ‘Yalnız hak budur’ dediğimizde başkalarına ‘hak’ hakkı tanımamış oluyoruz. Böylece inhisar altına alınamayan hakîkati bir nevî sadece kendisine hasr-ı nazar ettiğini zanneden zihniyet-i inhisar hem kendisine, hem de başkalarına zarar vermiş oluyor. Halbuki Bediüzzaman “Hak ve hakîkat inhisar altına alınmaz.”3 diyor.
Belki burada ‘En güzeli budur’ hükmü yerine, ‘Güzeli budur’ hükmü üzerinde de kısaca durma lüzûmu vardır. Zahirde bir tenakuz var zannolunan bu hükümlerde hakîkatte tam bir münasebet ve insicam vardır. ‘Güzeli budur’ hükmü yine hakkı inhisar zihniyetiyle tekeline almaktır. Burada hak kayıtlanmış ve tek bir hüküm hâline getirilmiştir. Hak sadece ‘Güzeli budur’ diyenin mesleğine münhasır kılınmıştır. Bunun yerine ‘En güzeli budur’ demeye hakkımız vardır. ‘En güzeli budur’ dediğimizde biz kendi mesleğimizi ve meşrebimizi en güzel görmüş olur, böylece başkalarının mesleğini butlan ile itham etmiş olmayız. Çünkü ‘En güzeli budur’ hükmü altında hak olan ‘güzel, az güzel, daha güzel …’ gibi hak hükümler olabilir. Bir başkası da kendi mesleği için ‘En güzeli budur’ diyebilir ve diğer meslekleri de ‘güzel, az güzel, daha güzel…’ gibi hükümlerle tasvîb edebilir. Netice itibarıyla böyle bir bakış açısında zihniyet-i inhisar olmaz, niza da çıkmaz.

Eğer desen: “Tasvirden anlaşılır ki, taaddüd-ü mesâlik[mesleklerin çok olması] ve ihtilâf-ı turuk [yolların ve usûllerin farklı olması] matluptur [istenilen, taleb edilendir].”
Cevap: Evet, matluptur. Hem zarûrîdir. Eğer hodgâmlıktan [bencillikten] neş’et eden inhisar [tekelci] zihniyetiyle başkaların reddine kalkışırsa, elbuğzu fillâhı [Allah için buğz etmeyi] su-i istimal ederse, o vakit ihtilâf zarardır. Yoksa el-hubbu fillah [Allah için sevmek] düsturunu esas tutsa, tekâmülde teavün [yardımlaşma] kanununu bilse, şeriatın vüs’atini, tabipliğini düşünse, ihtilâf imtizaca[kaynaşmaya, mutabık olmaya] sebep olur.
Elhasıl: Herkes kendi mesleğine ‘Hüve hakkun’ [o haktır] demeli, ‘Hüve’l-hakk’ [sadece o hak] dememeli. Veyahut ‘Hüve’l-ahsen’ [o en iyidir] demeli, ‘Hüve’l-hasen’ [sadece o iyidir] dememeli.4
Hepimiz hak ve hakîkat yolcusu olmamız hasebiyle bu kudsî hizmet yoluna canımız feda olsun. Zira hak yolunda can verebilenlerdir ki hakka kavuşsun. Hak yolunda korku değil muhabbet esastır. Hak yolunda çalışanların yardımcılarının Cenab-ı Hak olduğuna katî inancımız vardır. O muinimiz olduktan sonra bütün dünya karşı olsa kıymeti yoktur.
Dipnotlar:
1- Eski Said Eserleri (Tuluat), 2009, s. 569.
2- Lem’alar, 2006, s. 375.
3- Mektubat, 2006, s. 116.
4- ESDE(Rumûz), s.367(2020)