“Darlık (kabz) veren de, bolluk (bast) veren de Allah’tır. Siz (her an) yalnız O’na döndürülüyorsunuz.”1
İnsan bazen inkibâz hâlleri yaşar. Bediüzzaman “Rûhânî inkibâz inşâallah geçecektir.”2 diye ümit veriyor.
İnkibâz vaziyeti maddî ve mânevî havanın bozulmasıyla ârız olduğu gibi, insanın mânevî hastalıklara dûçâr olmasıyla da alâkalı olabilir. Nefis ve şeytanın insana kurduğu tuzaklar da inkibâz hâline sebebiyet verebilir.
İnkibâz; kasvet, tutukluk, sıkıntı, sıkılma vaziyetidir. Kabz hâli ise kederli ve gamlı olmaktır. Yani inkibâz vaziyeti mânevî sıkıntı, huzursuzluk sebebiyle insanın hissettiği tutukluk ve durgunluk hâlini anlatır.
İnkibâzın çok sebepleri vardır. Temelinde de günah ve isyan yatıyor olmalıdır. Bediüzzaman da “Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyor, asabî sinelerde inkibâz hali başlıyor; öyle de, bazen mânevî hava bozuluyor”3 diyor. İnsan, fikrinin münkabız bulunduğu vakitlerde okumak, tefekkür ve mütalâa etmek ve konuşmaktan bile hoşlanmaz.
Bediüzzaman da “Sıkıntılı ve münkabız olduğum zaman en zâhir hakikatleri dahi beyan edemediğimi, belki bilemediğimi yakın dostlarım biliyorlar“4 tespiti ile inkibâz vaziyetinin kendisine ârız olduğunu beyan ediyor.

Bizlerin de Risale-i Nur elimizin altında olduğu halde bazen bir kabz, bir sıklet, bir fütûr, bir müsâmaha husûle geliyor. Kendi kendimize şöyle bir tefekkür ettiğimizde: “Herhalde benim bu nefsim gayet kirli olduğundan o âlî bahr-i enverde tathire müstâid olmadığım için cereyan gelmiyor diye”5 düşünebiliriz. Malûm-u âlîniz efendim, elektrik santralleri çalıştığı halde, lâmba bozuk olunca yanmaz. O lambaya nur akmaz. Aynen öyle de kesret âleminden akıl, kalb ve ruhumuza akan mânevî kirler inkibâz hâllerine sebep olmalı. Risâle-i Nur’un o bahr-i umman nurları cereyan etmiyor, zulümatta kalıyoruz.
Şu gelen bahis ruhun münkabız hâlini çok güzel tarif etmiş: “Evet mahlûkat-ı İlahiyeye şefkat ise; onun mahlûku olmak haysiyetiyle şefkat, şefkat olur. Ve bu şefkat, ne kadar ziyadeleşirse, o derece ruh inbisât eder. Fakat gafletten neş’et eden ve mahlûkatı kendilerine malik tevehhüm etmek üzerine bina edilen şefkat ise, ziyadeleşmesi nisbetinde, ruh, münkabız olur. Kalb dahi gamlar karanlığı içinde çırpınarak teellümata gark olur.”6
İnsanda bazen korkunç bir hastalık ârız oluyor. Zahiren hizmetin içinde görünürken, hakikatte Nurlarla imtizaç edemiyor. Hizmete ve Risale-i Nur’a karşı yabanileşiyor. Bu vaziyette sürekli olarak hizmet için, kırâaten ve kitabeten ciddî olarak meşgul olmak lâzımdır.
Nefsini ciddî olarak itap etmeyen, riyadan kendini muhafaza etmesi çok zordur. Bu hizmet önce nefis ile cihâd ile başlar. Maddî ve mânevî bütün musibetlerin, marazların ve sıkıntıların arkasında Allah’ı hakkıyla tanımamak yatıyor. İnsan, marifet ve muhabbet-i İlâhiye için yaratılmıştır. Enaniyet-i ilmiye insanın aldığı feyz ve varidatı parçalıyor. Feyz ve varidat onun üzerine konamıyor.
O zaman insan gabîleşiyor, sathîleşiyor, basitleşiyor.
Netice olarak inkıbâz veya münkabız vaziyetlerde Kur’ân ve Risale-i Nur ile ciddî meşguliyet, duâ ve ibadet, okumak ve tefekkür, enfüsî olarak bir muhasebe ve murakabe gerekiyor ki, ârız olan bu vaziyet kalksın.
Dipnotlar:
1. Bakara Suresi: 245
2. Kastamonu Lahikası, s.210(2017)
3. Kastamonu Lahikası, s.140(2017)
4. Mektubat, s.442(2017)
5. Emirdağ Lahikası-II G.M. Talebe mektuplarından.
6. Mesnevi-i Nuriye (Trc: A.Badallı), s.125, Üçelmas Yayınları, 2022, İstanbul