"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hürriyet, imânın bir hassasıdır

Abdülbakî ÇİMİÇ
21 Aralık 2020, Pazartesi 00:04
Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler-61

Bediüzzaman, İkinci Meşrûtiyet’in ilânından sonra hürriyeti sû-i tefsîr etmemek ve meşrûtiyeti, meşrûtiyet-i meşrûa olarak kabul etmek lâzım geldiğini ileri sürerek bu hususta dinî gazetelerde makàleler neşrediyor ve hitabelerde bulunuyordu. Bu makàle ve hitabeleri, emsalsiz denecek kadar beliğ ve muknî idi. Ehl-i ilim ve ehl-i siyâset, Bediüzzaman’ın bu yazılarından ve derslerinden çok istifade etmişlerdir. O zamandaki intibah-ı millîyi, Anadolu ve Asya’nın saadet-i dünyeviyesinin fecr-i sâdıkı olarak müjde veriyor, fakat elden kaçmaması için evâmir-i şer’iyeyi çabuk imtisal etmenin zarûrî olduğunu ileri sürüyordu. “Eğer meşrûtiyeti, hürriyet-i şer’iyeyle kabul etmezsek ve öyle tatbik edilmezse, elimizden kaçacak, müstebid bir idareye yerini terk edecek” 1 diye ihtâr ediyordu.

Bediüzzaman, genç yaşlarından beri hürriyet aşığı bir insandı. “Genç Said, fıtraten bir kànun altında yaşamayı ve harekâtının tahdit olunmasını sevmez, her hâlinde, her hareketinde gayet serbest olmasını arzu eder ve daima “Ben hürriyet ve serbestiyetimi hiçbir keyfî kànunla tahdit ettirmem.” derdi. Bunun içindir ki, ilk İstanbul’a teşriflerinde yine her kayıttan uzak kalmakta ısrar etmiş ve hayatının bütün safhalarında bu vaziyet müşahede edilmiştir. Ondaki bu serbestiyet ve hürriyet aşkı, hayatının yarısından sonra Avrupa’dan gelen müthiş bir dalâlet ve zındıka taarruzuna karşı koymayı ve felsefe-i tabiiyeden doğan dehşetli bir istibdad-ı mutlakın hilâf-ı Kur’ân prensiplerine boyun eğmemeyi, onlara itaat etmemeyi ve hakikî hürriyet-i meşrûa olan İslâmî hürriyet ve medeniyete çalışmayı netice vermiştir.” 2

İslâmiyet’in bir fedaisinin ifadesiyle “Hürriyet Rahmân’ın ihsânıdır, zira o imânın bir hassası ve seçkin bir özelliğidir.” Bediüzzaman da “Nasıl hürriyet imânın hassasıdır? Sualine şöyle cevap verir: “Zira, rabıta-i imân ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imâniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukûkuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i imâniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek imân ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saâdet...” 3 Ayrıca “şefkat-i imâniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.” 4 ifadeleri ile imân ile hürriyetin parladığına ve insanın hayvanlıktan çıkıp hakikî insaniyete kavuşacağına işaret eder. Evet, imân ile hürriyet arasındaki bu mükemmel tarif, öncelikle âlem-i İslâm’da ve insanlıkta makes bulmalı ki; insan hakikî insanlık mertebesine ulaşsın, tam ve mükemmel hürriyeti yaşasın.

Bununla beraber, “İmândan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder: (1) İmân bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdad ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek, (2) ve zâlimlere tezellül etmemek... Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz. Evet, hürriyet-i şer’iye Cenâb-ı Hakkın Rahmân, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imânın bir hassasıdır.” 5

Bediüzzaman, kendisine sorulan “Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hatta âdetâ hürriyette insan her ne sefâhet ve rezâlet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla bir şey denilmez, diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?” sualine şöyle hakîkatli bir cevap verir: “Öyleleri hürriyeti değil, belki sefâhet ve rezâletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar… Hürriyet-i umûmî, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.” 6 Öyleyse “Hürriyetin kemâli, firavunluk taslamamak ve başkasının hürriyetini hafife almamaktır.”7 Bediüzzaman bu kadar kıymet verdiği ve uğruna çileler çektiği hürriyeti, âdab-ı şeriatla kayıt altına alınmasını ister. “Zira cahil efrad ve avam, kayıtsız hür olsa, sefih ve itaatsiz olur.” 8 tesbitiyle hürriyetin sınırlarını gösterir.

Netice olarak; meşrûtiyet ve hürriyetin yerleşmesi için bütün himmetiyle çalışan Bediüzzaman Hazretleri’nin “Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulûb (kalplerin birliği); ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif (bilgi, ilim, kültür); dördüncüsü, sa’y-i insânî (insanın çalışması, emeği); beşincisi, terk-i sefahattir (haram zevk ve eğlencelerin terk edilmesi)” 9 şeklinde nitelendirdiği ve bütün insanlığı dâvet ettiği bu mükemmel, meşrû, doğru ve hür olan nazenin hürriyete, gidip dâhil olmanın veya onu yaşamanın zamanı gelmedi mi? Elbette geldi de, geçti bile!

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı, 2013, s. 86. 

2- Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı, 2013, s.73.

3- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), s. 239.

4- Eski Said Dönemi Eserleri (Hutbe-i Şamiye), s. 355. 

5- Eski Said Dönemi Eserleri (Hutbe-i Şamiye), s. 355.

6- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), s. 236. 

7- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), s. 236.

8- Eski Said Dönemi Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfi), s. 123.

9- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 88.

Okunma Sayısı: 2644
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı