"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Karınca hâdisesi ve cumhuriyetperverlik

Abdülbakî ÇİMİÇ
06 Nisan 2020, Pazartesi
Bedîüzzaman’ın Hayâtı’ndan Tesbitler - 26

Bediüzzaman’ın Cizre’ye gitmeden önce Tillo günlerinde, Kubbe-i Hâsiye’deki inzivası sırasında, yemeğinin tanelerini karıncalarla paylaşması, onun cumhuriyetçilik yönünü anlamamızda önemli bir merhaledir. Mezkûr türbeye kapandığı vakit küçük biraderi Mehmed(Molla Muhammed) yemeğini getiriyordu. Yemek içindeki taneleri, kubbenin etrafında bulunan karıncalara vererek, kendisi ekmeğini yemeğin suyuna batırarak kanaat ediyordu. “Neden dolayı taneleri karıncalara veriyorsun?” denildiğinde, “Bunlarda hayat-ı içtimâiyeye mâlikiyet ve fevkalâde vazîfeşinaslık ve çalışma bulunduğunu müşahede ettiğim için, cumhuriyetperverliklerine mükâfaten kendilerine muavenet etmek istiyorum.” cevabında bulunmuştur.” 1

Bediüzzaman’ın çorbasının tanelerini karıncalara vermesinin hikmeti şöyleydi: Karıncalar hiç durmadan çalışıyorlar, yardımlaşıyorlar, birbirlerine saygı gösteriyorlar, iş bölümü yapıyorlar ve hep beraber hareket ediyorlar. Hepsinden mühimi onlar aralarında cumhuriyetçiliğin en güzel ve fıtrî tanzimini yapıyorlar. Bu taneler cumhuriyetçiliğin mükâfatıdır. Bediüzzaman bir başka yerde cumhuriyetçiliklerine istinaden arıları da örnek vermektedir: “Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler.” 2

Mufassal Tarihçe-i Hayat’ta Bediüzzaman’ın cumhuriyet ve hürriyet hakkındaki düşüncelerinin şekillenmesinde etkili olan fikir hareketleri noktasında şu gelen izahatlar yapılmıştır: “Hazret-i Üstâd, 1892’de onyedi yaştaki çağında, her halde Osmanlılardaki Cumhuriyetçi Jön-Türk ve hareketleri hakkında fazla bir bilgisi olmadığı, lâkin iki sene sonra, yani 1894’de Mardin’de bulunduğu günlerde, Namık Kemal Beyin hürriyet hakkındaki tasvirli ve edebiyatlı rü’yasını -çok intişar ettiği için- görmüş veya işitmiş olabileceği, dolayısıyla Jön-Türklerin (meselenin esası itibariyle) haklı olan hürriyet, Cumhuriyet dâvâlarını bir cihette desteklemiş olduğu anlaşılmaktadır. Demek ki, Hazret-i Üstâd, Jön-Türk hareketi olan Hürriyet ve cumhuriyet dâvâlarını görmeden ve iç yüzünü bilip işitmeden iki sene evvel, İslâm dairesinin Padişahlık ve tek rey (rey-i vahid) tarzı değil, Cumhuriyet tarzında olmasını daha iyi bulmuş ve ta o zamanlar bir cihette onun müdafaasını yapmıştır.” 3

Bediüzzaman, bu karınca hâtırasını bilâhare 1935’de Eskişehir Mahkemesi Müdafaası’nda zikrettiği gibi, 1944’de Denizli Mahkemesi ve 1948’de Afyon Mahkemesi Müdafaası’nda da anlatır. Şöyle ki: “Eskişehir Mahkemesi’nde gizli kalmış ve resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtîf bir kıssa-i müdafaayı beyan ediyorum. Orada benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?” Ben de dedim: “Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum.”

Sonra dediler: “Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun.”

Cevaben diyordum: “Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahâbe-i Kiram’a elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakîkat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” İşte, ey müddeiumumî ve mahkeme âzâları, elli seneden beri bende olan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim.”4

Bediüzzaman, Cumhuriyet fikrini mânâsız isim ve resim değil; belki hakîkat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyet olarak telâkki ederek kabul ediyordu. Yoksa “İstibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahat-i mutlaka “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla” mânâ-yı dindâr cumhuriyet olmayacağını açık ve net olarak ibraz ediyordu. Hükümet erkânına ve uygulamalarına da “Hem, bu mübarek vatanda bu fıtraten dindâr millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hâkimiyet cihetiyle lâzımdır. Hem madem, lâik cumhuriyet prensibiyle bîtarafâne kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindârlara dahi bahanelerle ilişmemek gerektir.” 5 diyerek yol gösteriyordu. İlmi çalışmaları için ise “Bu hürriyet-i ilmiye, Cumhuriyet zamanında elbette kayıt altına alınamaz.” 6 prensibini nazara sunuyordu. Madem cumhuriyet dine, dinsizliğe ilişmiyor prensibiyle bîtarafâne kalıyor; o halde cumhuriyetin bu bîtaraflığı her daim geçerli olması lâzımdır.

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 66. 

2- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 626. 

3- Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt-I, s. 114. 

4- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 626-627. 

5- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 341. 

6- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 344.

Okunma Sayısı: 2942
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • R.Kalyoncu

    6.4.2020 21:55:14

    Yazıdaki anlatımdan, Jontürklerin tümünün cumhuriyetçi olduğu anlaşılıyor. Gerçekte, Mithat Paşa gibi cumhuriyetçi olanlar azınlıktadır. Namık Kemal gibi çoğunluk ise meşrutiyetci idi.. Ikisi farklı şeydir. Bir de 1892'de 17 değil 14'li yaşlardadır..

  • Şükrü

    6.4.2020 10:34:28

    Çünki nasılki dört beş adamdan iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Herbiri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir ve hâkeza herbirisi iğne yapmak san'atında yalnız cüz'î bir işle meşgul olup, iştigal ettiği hizmet basit olduğundan vakit zayi' olmayıp, o hizmette meleke kazanarak, gayet sür'atle işini görmüş. (Yirmibirinci Lem'a/1. Mani) Beşer esirliği parçaladığı gibi, ecîrliği de parçalayacaktır (Lemaat)

  • Şükrü

    6.4.2020 10:29:05

    Size bir misal söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Halbuki çoban tenbel ve muavini kayıdsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimad etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebid kurtlar ve hırsızlar ve belalar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terkedip hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup bir çobana bedel bin muhafız olmakla hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin daha mı iyidir? Münazarat -

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı