2012 yılında tanıştığım Yeni Asya Gazetesi’ni 7 yıldır her gün takip etmeye çalışıyorum, O dönemlerde her insan için önemli bir evre olan yeni bir dönemden geçiyordum. İlk kez o zamanlar duydum adını.
Bir arkadaşım; “Yeni Asya diye bir yere gidiyorum, sen de cemaatlere ilgi duyuyor musun? Gider misin?”
Hiç tereddüt etmedim.
“Tabiî ki Neden gitmeyeyim”
“Ama daha önce ben bir yere gitmiştim, hemen gazete dağıttırmaya başlamasınlardı ve böyle şeyleri sevmiyorum, imanî konuların paraya dökülmesi konusunda rahatsızlık duyuyorum” dedim....
İlk kez gittiğimde kalabalık bir ortam 7 den 70’e herkes vardı. Bir Cumartesi akşamıydı, nazarımda karanlıktan sıyrılmaya yüz tutmuş bir danenin çekirdeği çatlatması gibi içerideki aydınlık ortam içimize işliyordu.
Rahle gibi konumlanmış bir konuşma kürsüsü, Arkasında Kâbe’nin geçmiş dönemdeki bir çizimi, sütunsuz, bir salon, güzel bir toplanma yeri, hani acil durumlarda toplanma noktası belirleriz iş güvenliğinde, aynı onun gibi ne zaman zulmet karanlığına düşseniz toplanabileceğiniz bir mecra idi Yeni Asya. Bursa’daki dershane benim gözümde ilk kez böyle bir hüviyet kazanmıştı...
Hemen birkaç ağabey ile beni tanıştırdılar şimdi bazıları aramızda değil, ama gönül müşterek noktalarda yine birlikte...
Kemal Ağabey, Burak kardeş, Recep Ağabey...
İlk kez çalıştığım yere gelmişlerdi, telefonlarımı aldılar. Kemal (Akay) Ağabey çok mülâyim birisi muallim, çok hoş bir insan Burak (Duman) kardeş ile birlikte telefonlarımı aldılar.
İlk zamanlar hiç aralıksız her Cumartesi günü sabahtan arıyorlardı.
“Kardeşim, akşam müsaitsin inşallah?”
Çok geri çevirdim o dönemler ata erkil bir ailede yaşıyoruz, cemaatlere karşı bir önyargım yoktu, ama babam kendisi de ara ara bir yere gidiyor olmasına rağmen düzenli olarak bir yere devam etmemi sakıncalı görüyordu, belki biraz onun tesiri işlerin yoğun olması sürekli reddediyordum,
“Ağabey hakkını helâl et akşam işim var gelemeyeceğim”....
15-20 hafta belki böyle geçti en son biraz sinirle;
“Ağabey böyle her hafta aramasan ben gelecek olursam geleyim olmaz mı?” dedim Kemal Ağabey’e
Tavrını hiç bozmadı.
“Güzel kardeşim!, ben seni her hafta arayayım, sen beni her hafta reddet, hem seni ben çağırmıyorum, ki Üstad çağırıyor, ben demiyorum ki benim sözüm var, ikramım var gel onu dinle onu ye...”
Kemal Abi böyle deyince sanki her gönülde olan bir kapının kilitleri açıldı o kapı belki biraz aralandı, Allah’ın yardımıyla bu güzel insanlarla daha sık görüşmeye başladım...
Görüştükçe bizde de bazı haleti ruhiyede değişimler oldu, Hanemize başka bir gözle bakar olduk, Üstad Refika-i Hayat diyordu...
Hayat arkadaşı....
Bizim oralarda pek böyle bakılmaz Hanede herkesin belli görevi vardır o görev dışında kimse başka iş yapmaz, dilde biraz farklıdır, bazen ağır sözcükler çıkıverir ağızdan, yavaş yavaş değil hızla bu minvalin, bu dağınık buruşmuş kışırın, çatladığını yeni bir hale, isimlere lâyık bir ahvale büründüğümüzü fark ettim, dünyaya etrafımızdaki olaylara bakışım değişti...
“Henüz 17 yaşlarındaydım, Hep ailemizin öleceği kaygısını güdüyorduk, ifrat derecesinde kin de vardı bunlardan eser kalmadığını gördüm.
“Birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler, güzelce yaşıyorlar. Yalnız birtek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul’a müştaktır. Orayı düşünür, ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse, “Oraya git”; sevinip gülerek gider.” (Sözler – 14. Söz – Hatime)
Evet hayata, ölüme, haneye etrafınızda olan herşeye bakış açınızı değiştiren bir sistem. Her insanın mutlaka hayatında zor dönemleri oluyor bu zor dönemlerde insanları dayanakları kurtarıyor.
Bu mecrayı incelemeye devam ediyordum, sürekli birileri birşeyler okuyup duruyor, hep aynı şeyler sıkılmıyorlar mı diyordum...
Sonra biz de okumaya başladık sıkmıyormuş daha iyi anladık...
Kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için eğitim hayatımız boyunca öğretmenler didiniyordu, böyle bir yerin varlığı olduğunu bilseydim bütün öğretmenlerimizi önce buraya dâvet ederdim.
Ömrüm boyunca 2-3 kitap bitirmişken burada belki 6-7 günde bir kitap bitiren arkadaşları görüp imreniyoruz. ‘Üzüm üzüme baka baka kararır’ demişler biz de inşallah bundan nasiplenmeye çalışıyoruz.
Okumak güzel şey insana hakikatli bir neşe veriyor, hele bir de sana güzelliği tavsiye eden, Allah’ın sanatını gösteren eserler ise sürurunuz birden bine çıkıyor. Bir sineğin midesini düşünmenizi tavsiye ediyor bazen, ya da yeşeren yapraklardan haşri size açıklamaya, anlamanıza yardımcı oluyor, hakikatli bir kitap işte...
Sonra gazeteyi gördüm, internet sitesinden takip etmeye başladım, bakıyorum önceki baktığım gazetelerde birinci sayfa haberleri diye bir yer varmış ben haberim olmadan hep buraları takip ediyordum. İçim bunalıyor, kötü hissediyordum kendimi.
Yeni Asyaya bakıyordum, bir tek hakaret muhtevalı bir yazı yok, Tahkir yok, itici bir söylem, ötekileştirme yok, ne var sevgiyi yaymak var, hoşgörü var, Risaleleri neşretme ve duyurma var, Demokratlığın özünü anlatmak var...
Yine gazeteye baktığınızda, yukarıdaki yok yoklar niye yok diye merak ederseniz, Üstadın şu sözünü anlayan bir anlayış bu gazeteyi okuyor, yönetiyor, yazıyor, çiziyor diyebiliriz...
“Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı.“ (Divan-ı Harbi Örfî)
“Âlim-i mürşid irşâd eden âlim koyun olmalı, kuş olmamalı. Koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay verir” (Mektubat Hakikat Çekirdekleri)
Yeni Asya bu iki önemli cümleyi bütün yayın hayatına aktarmayı başaran tek gazetedir. Bunun için gayret gösteren bütün arkadaşlara Rabb-i Rahimimizden inayet diliyor, hakikat meşrebinden ayrılmamayı niyaz ediyorum...