Fedakârlık dersini Bediüzzaman’dan alan, Sakarya Nur Talebelerinden rahmetli Saadettin Çelik’in hanımı Münevver Hanım, gazetemizin ‘Ahiret Sayfasına’ konuştu.
-Risale-i Nur’u tanımanız hayatınızda ne gibi değişiklikler yaptı?
Risale-i Nur’u eşim vasıtasıyla tanıdım. Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra insan gerçekten insan olduğunu anlıyor. Yani, dünyaya ne için geldik? Bu dünyadaki gayemiz nedir? Nereye gideceğiz? Öldükten sonra ne olacak? Bunları hep Risale-i Nur sayesinde öğrendim.
- Risale-i Nur’u tanımadan önce ölüme nasıl bakıyordunuz?
Her an düşünmüyorduk zaten, uzak görüyorduk kendimizden. Risale-i Nur ise ölümü hatırlatıyor, ölümün hakikatini gösteriyor. Dünyaya sadece yiyip içmek, keyif sürmek için gelmediğimizi öğretiyor. Hele de yaş ilerledikçe dünyanın ne kadar boş olduğunu daha iyi idrak ediyorum. Ölümü düşündükçe imanın verdiği güçle rahatlıyorum.
- Ölüm insanlara endişe, korku verirken siz rahatladığınızı söylüyorsunuz. Bu nasıl oluyor biraz anlatır mısınız?
Ölümün hiçlik, yokluk olmadığını, fena bulmayacağımızı, ebedî hayata geçiş için kabrin bir bekleme salonu olduğunu; sıkıntısız, daimî huzur ve mutlu bir hayata geçişin ölüm kapısıyla olduğunu Risale-i Nur ile öğrenince insan sevinç duyuyor. Ölümü seviyor, daha ölmeden ölümü arzuluyor elhamdülillah. Bu şekilde ölümü düşünmek insanı rahatlatıyor. Ebedî hayata gönderdiğim Saadettin Bey ve diğer yakınlarım için duyduğum ayrılık hüznünü sevince çeviriyor.
- Hastalığıyla ilgili size neler söyledi?
Hastalığın mükâfatlarını anlattı hep bana. Ölümden hiç korkmuyordu. Yalnız “Eş ve dostlardan, çocuklarım ve torunlarımdan ayrılığın hasreti beni üzüyor, yoksa ölümü, Resulallah’a (asm), Üstad’a, ahirete gitmiş ahbaplara kavuşmak için arzuluyorum” diyordu.
- Saadettin Çelik Ağabey, vefat edeceğini hissetti mi? Size vasiyeti oldu mu?
Hastanede iken belli olmuştu vefat edeceği. Kendi de hissetmişti zaten. Son anlarında konuşamıyordu. Sadece “Üstad geldi mi?”diyordu. Başka kelimeleri söyleyemiyordu. Hastalandığında da çok ağrısı olmasına rağmen hiç şikâyet etmedi.”Nasılsın?” diye sorunca “Elhamdülillah” diyordu. Bir gün bile yapabileceği ibadeti büyük bir kâr görüyordu. Sadece hizmet için sıhhatini arzuluyor, duâ ediyordu.
“Ben ölünce hizmetime sahip çıkın, gazetemi devam ettirin, aksatmayın. Sen de ölürsen torunlarım gazeteme sahip çıksın, devam ettirsin” dedi. Bende her sabah kalkar, önce gazetemi alıp okurum. Sanki her gün müjdeci, tesellici geliyor gibi. Sanki Saadettin Bey’den bana haber getiriyor. Gazetemin ‘Ahiret Sayfası’ şifa gibi, ilâç gibi geliyor bana. Emeği geçenlerden Allah ebediyyen razı olsun...
Röportaj: Aslınur Torun Akçay