Son yıllarda dikkatinizi çekiyordur: Bazı dindarlarda “yeniden laiklik” isteği var. Bu istek, o dindarların, yeniden M. Kemal dönemine dönmeyi istemelerine de sebep oluyor.
M. Kemal’in “laikliği getirmek”le çok doğru bir iş yaptığını söylüyorlar. Hatta dışarıdan bakan kendilerini Kemalist sanır.
Belli ki bu fikirleri, öğretmeye ve öğrenmeye dayalı sahih tarih bilgisinden değil, sevdirmeye ve nefret ettirmeye dayalı resmî tarih bilgisinden besleniyor.
Üstelik bu teklifleri daha ziyade tepkisel.
Yani AKP’nin dini siyasete alet etmiş ve böylece dine zarar vermiş olduğunu görüyorlar. Dini siyasette kötüye kullanmanın laikliğe de aykırı olduğunu ve laiklik ilkesinin aşınmasından kaynaklandığını düşünüyorlar. Çare olarak “laikliği yeniden tesis etmek gerektiği” sonucuna varıyorlar.
Buraya kadar tesbitleri ve belki teklifleri doğru.
Ama bu noktadan itibaren ciddi bir savrulma içine giriyorlar.
İstedikleri laikliği M. Kemal’in getirdiğini ve sonra zaman içinde birilerinin aşındırdığını ve son olarak AKP iktidarının “iyi gidişat”ı tamamen raydan çıkardığını düşünüyorlar.
O yüzden de bu savruk dindarlar iç geçirip “keşke M. Kemal yeniden gelse de laikliği yeniden kursa” diye hayıflanıyorlar.
Oysa bu tam bir yanılgı. Tam bir denize düşüp yılana sarılma hali. M. Kemal’i ve onun laikliğini yanlış tanımalarından kaynaklanıyor.
(Gariptir, CHP’de tutunamayan eski CHP’liler de AKP iktidarını laiklikten taviz vermekle suçlamaya devam ediyor.)
M. Kemal’in laikliği din ve vicdan hürriyetini reddediyordu. Onun laikliği sivil toplum eliyle dindarlık gayretlerine asla izin vermiyordu. Zira onun laikliği dini siyasetin ve devletin tekeline almıştı.
Yani o bir laiklik filan değildi. O düpedüz bir “din devleti” projesi idi. (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın o günlere ait hikayesine ve duruşuna bakan her şeyi anlar. M. Kemal’in fetvacı hocalarını unutmamak lazım!).
Zira o laiklikte din devletin tekelinde idi. Devlet ve iktidar sahipleri dini kendi iktidarlarını pekiştirmek için tepe tepe kullanıyordu.
Bugünkünden fark yok muydu? Elbette vardı:
O günlerde, toplumsal dinî motifler de diyebileceğimiz şeair tahrip ediliyor, yasaklanıyor ve böylece dinin hem kamusal alanda ve hem de sosyal alanda görünür olması engelleniyordu. Din vicdanlara hapsediliyordu.
Bugün ise görünüşte başörtüsü serbest; başı örtülü polis de var vali de. İmam da var hatip de. Okulu da var üniversitesi de. Ama hatibin hutbede ne şekilde hitap edeceğine “o devlet” karar veriyor. Azıcık dışına çıkanın vay haline.
Azıcık “muhalifim” diyene, hele başı da örtülü ise hayat zehir ediliyor.
Üstelik bunu devlet partisinin başı örtülü maaşlı troliçeleri de destekliyor.
Yani AKP’nin çarpık “din devlet ilişkileri” anlayışı ile tek parti dönemi CHP’sinin çarpık din-devlet ilişkileri anlayışı arasında esaslı bir fark yok.
O gün uygulanan demokrasisiz laiklik, dinî görünürlük konusunda dik durabilen muhalif dindarlara karşı gerçek bir zulüm aracı idi. Hatta onlara “rejim muhalifi” diyordu.
Bugünün demokrasi kılıfı altında yürüyen ve din ve vicdan hürriyetini reddeden laikliği ya da laikliksizliği de iktidara tabi olmayı reddeden dindar muhaliflere karşı bir zulüm aracı.
Arada esaslı bir fark yok.
O halde yağmurdan kaçıp doluya sığınmaya da gerek yok.
Çare tam demokrasi. Çare din ve vicdan hürriyetini tam tanımak. Çare dini devletin tasallutundan kurtarmak. Çare dini dindar görünen siyasetçinin kontrol alanından çıkarmak. Sivilleştirmek. Sivil alanı güçlendirmek ve sivil olanın samimiyetine güvenmek.
Çare laiklikse batı tipi laiklik. M. Kemal tarzı olanı değil.
Not: Bu yazı o savruk dindarları uyandırmak ve kendilerine yapılan yutturmacayı fark etmelerini sağlamak içindir. Alınız, yüzlerine serpiştiriniz.