"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnsanın en büyük vazifesi: Küllî ubudiyet

Ahmet DEMİRDÖĞMEZ
14 Mayıs 2014, Çarşamba
İnsanın aslî vazifelerinin en mühimlerinden biri de küllî ubudiyetidir. Ubudiyet; genel manada kulluk ve itaat demektir. İbadetle ubudiyet arasında ince bir fark vardır.

 İbadet, Allah’ın emirlerini yapmak ve nehiylerinden kaçmaktır. Ubudiyet ise, Allah’tan gelen her şeye razı olmak ve kabullenmek manasını taşır. Abd ise; ibadet ve ubudiyeti yapan ve yerine getirendir. Kısaca; ubudiyet kulluk ise, abd kuldur. Abd-i küllî de ubudiyet ve ibadetleri; en geniş, şümullü ve ihatalı olarak temsil eden kul manasındadır. Ubudiyet-i külliye ise; en geniş, ihatalı ve şümullü olarak ibadet ve kulluk demektir.
“Bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve ona iman edip ibadet etmek olan insanın”1 “çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî ve Kâinat Sultanının İsm-i Azamına mazhar ve bütün esmasına en cami bir âyinesi ve istidadca en zengini”2 olması hasebiyle küllî ubudiyet vazifesini bihakkın ifa etmesi şarttır. Çünkü “İnsanın sair zihayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise, yüksek seciyeleri ve cem’iyetli istidadları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibarıyladır.”3 Hem, “Fâtır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i maneviyesinde nihayetsiz azîm bir acz ve hadsiz cesîm bir fakr dercetmiştir. Tâ ki, kudreti nihayetsiz bir Kadîr-i Rahîm ve gınası nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerim bir zâtın hadsiz tecelliyatına câmi’ geniş bir âyine olsun.”4 “Aynen onun gibi: İnsandaki cihazât-ı maneviye ve letaif-i insaniye ki, her birisi hayvana nisbeten yüz derece inbisat etmiş. Meselâ; güzelliğin bütün merâtibini farkeden insan gözü ve taamların bütün çeşit çeşit ezvâk-ı mahsusalarını temyiz eden insanın zaika-i lisâniyesi ve hakâikın bütün inceliklerine nüfuz eden insanın aklı ve kemâlâtın bütün enva’ına müştak insanın kalbi gibi sair cihazları, âletleri nerede? Hayvanın pek basit yalnız bir-iki mertebe inkişaf etmiş âletleri nerede?”5 İşte “İnsan imanın nuruyla münevver olan İslâmiyet’in terbiyesiyle tekemmül edip, insaniyet cihetinde, abdiyeti içinde bir sultandır ve cüz’iyeti içinde bir küllîdir, küçüklüğü içinde bir âlemdir.”6
İnsanı son derece mükemmel yaratan ve ona en yüksek rütbeyi veren Cenâb-ı Hak, insanı “ihsanıyla, cüz’i bir cüzden, külli bir küll-ü nuranî hükmüne geçirmiş; hayatı vermekle, cüz’iyyetten bir nevî külliyete ve insaniyeti vermekle, hakikî külliyete ve İslâmiyeti vermekle, ulvî ve nuranî bir külliyete ve marifet ve muhabbeti vermekle, muhit bir nura insanı çıkarmış, ücretini peşin vermiştir.”7 Öyleyse insanın şu küllî ve hadsiz nimetlere karşı mukabelesi de küllî ubudiyetle olmalıdır. Yani “küllî bir niyetle, hadsiz bir itikâdla.”8 ve bütün kâinatı kuşatan tahkiki ve şuurlu bir imanla ve tefekkürle bu aslî vazifesini yapmalıdır. Meselâ “Namazıyla bütün mahlûkatın hayatlarıyla Cenâb-ı Hakk’a takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini kendi hesabına umumunu Cenâb-ı Hakk’a takdim etmesidir. İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir”9 yani küllî bir ubudiyettir. İnsanın vazife-i asliyesi içinde “Küllî nazarıyla mevcudatın tesbihâtını müşahade ederek, şahadet etmesi de”10 küllî bir ubudiyettir. İnsanın derecesinin ve rütbesinin yüksekliği bu küllî ubudiyeti sebebiyledir. Yoksa sair mevcudat zaten kendi ubudiyetlerini yapmaktadırlar. Evet, “Şu kâinattan maksad-ı a’lâ, tezahür-ü Rububiyete karşı ubudiyet-i külliye-i insaniyedir”11 hakikatini ortaya koyan Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Zat-ı Hayy-ı Kayyum, bu kâinatta insanı irade etmiş ve kâinatı onun için yaratmış. Çünkü insan, camiyet-i tamme ile bütün esma-i İlâhiyeyi anlar, zevk eder. Hususan rızıktaki zevk cihetiyle pek çok esmâ-i hüsnayı anlar. Halbuki melaikeler onları o zevkle bilemezler.”12 diyerek bu meseleyi en güzel bir şekilde izah ve ispat etmiştir. Meselâ ikinci Şuâ’da geçen şu ifadeler küllî ubudiyetin birer vecihleridir: “İnsanın bütün cihazatları ve hissiyatları sırr-ı vahdet ile gayet yüksek bir kıymet alırlar. Meselâ insanın en kıymettar cihazı akıldır. O akıl, hem İlâhî kudsî defineleri, hem kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtar olur.”13 “Hem meselâ, insanın en lezzetli ve tatlı ve kıymetli hissî olan muhabbet eğer sırr-ı tevhid yardım etse bu küçücük insanı kâinat kadar büyüttürür ve genişlik verir ve mahlûkata nazenin bir sultan yapar.”14 Çünkü “İnsan santral gibi, bütün hilkatin nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevamis-i İlâhiyenin şuâlarına bir merkezdir.”15 Bu sebeple, “Rabb-ül Âlemîn, meyve-i âlem olan insana, âlemi içine alacak bir vüs’at-i istidad verdiğinden bir ubudiyet-i külliyeye müheyya etmiştir.”16 Hem “Öyle bir camiyet vermiş ki, ehadiyetine ve samediyetine tam bir ayine ve küllî ve kudsî rububiyetine geniş ve küllî bir ubudiyet ile mukabele edebilen bir istidad vermiş.”17
İnsan, kendisine verilen bu istidat ve kabiliyetlerini ubudiyetle geliştirip iyi bir kul ve kâmil bir mü’min olmak için gayret sarf etmelidir. Aslında, Cenâb-ı Hak insanı mükellef kıldığı bilhassa farz olan ibadetlere bir nevî külliyet mertebesini derç ederek sonsuz şefkat ve merhametini göstermiştir. Bu yüzdendir ki, bu zamanda “Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur.”18
Meselâ, “Bütün ibadatın envaına şamil bir fihriste-i nuraniye ve bütün esnaf-ı mahlûkatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiye olan namaz”19  “Manen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubudiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevî huzura müşerref olmaktır. İşte şu hakikat-ı salâttan manen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuâına mazhariyet dahi, büyük bir saadettir.”20 Meselâ, “hacc-ı şerif bil’asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. … Bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat’-ı meratib etmiş bir veli gibi umum aktar-ı arzın Rabb-ı Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. …Hacdan sonra şu manayı, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husuf küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte şeair-i İslâmiyenin velev sünnet kabîlinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.”21
Misafir bir memur ve küllî bir ubudiyetle mükellef, küllî bir kul olan “insan, ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet câmi’ bir istidad verildiği için; esfel-i safilînden tâ a’lâ-yı illiyyîne, ferşten tâ arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan makamata, meratibe, derecata, derekata girebilir ve düşebilir bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suuda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu’cize-i kudret ve netice-i hilkat ve acube-i san’at olarak şu dünyaya gönderilmiştir.”22 “Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerim’in izni dairesinde sermaye-i ömrünü sarf etse, öyle geniş bir daire içinde uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirahat eder. Sonra, a’lâ-yı illiyyîne kadar gidebilir. Hem de bu insana verilen bütün cihazât ve âlât, ondan memnun olarak âhirette lehinde şehadet ederler.”23 Bu büyük lütfa mazhar olmak için günümüz insanının yapacağı en güzel şey “ İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terk etmektir. Ve bilhâssa namazı ta’dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır”24 ve “içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var”25 olan Risale-i Nur’u okumaktır. Bu sayede her mü’min derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur.

Dipnotlar:
1- Şuâlar, 166. 2- age. 343. 3- age. 351. 4- Sözler, 513. 5- age. 519. 6- age. 525. 7-age. 579. 8- age. 580. 9- age. 580. 10- age. 520. 11- age. 417. 12- Lem’alar, 956. 13- Şuâlar, 32. 14- age. 33. 15- İşaratü’l İ’caz, 229. 16- Sözler, 578. 17- Şuâlar, 111. 18- Kastamonu Lâhikası, 205. 19- Sözler, 72. 20- age. 324. 21- age. 325. 22- age. 509. 23- age. 517. 24- age. 774. 25- Kastamonu Lâhikası, 362.

Okunma Sayısı: 5151
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı