Din, insanın kalbini temizleyen, hayatına anlam katan bir rehberdir.
Ama bazen görüyoruz ki bazı insanlar dini, kendi siyasî çıkarları için kullanıyor. Oysa din, hiçbir zaman böyle bir araca dönüştürülmemelidir. Çünkü din, menfaat için değil, Allah rızası için yaşanır.
Bediüzzaman Said Nursî bu konuda çok net bir çizgi çekiyor: “Değil dini siyasete âlet yapmak, belki bir tek hakikat-i imaniyeyi dünya saltanatına değiştirmediğimi...” (Emirdağ Lâhikası, s. 437.). Bu söz aslında her şeyi özetliyor. Bir hakikat-i imaniye bile dünya saltanatına değişilmezken, dini siyasete alet etmek nasıl doğru olabilir?
Siyaset dünyası çıkar, rekabet ve menfaat üzerine kuruludur. Din ise doğruluk, samimiyet ve adalet üzerine. Bu iki alan karıştığında, dinin safiyeti bozulur. İnsanlar kimin gerçekten imanla hareket ettiğini, kimin menfaat peşinde koştuğunu ayırt edemez hale gelir.
Duruşumuz açık: Din siyasete alet edilmemeli. Çünkü dinin amacı insanları bölmek değil, birleştirmektir. Eğer din siyasete alet edilirse, insanlar birbirine “bizden” veya “onlardan” diye bakmaya başlar. Oysa iman, kalpleri birleştirmesi gereken bir hakikattir.
Gerçek dindarlık, herhangi bir partiye veya lidere bağlı olmakla ölçülmez. Gerçek dindar, Allah rızasını esas alandır. Bediüzzaman da hayatı boyunca bu tavrı sürdürmüş; iman hizmetini hiçbir zaman dünyevî çıkarlarla karıştırmamıştır.
Bugün biz gençler olarak bu ölçüyü anlamak zorundayız. Çünkü dini, siyasetin içinde değil; temiz bir kalpte, samimi bir yaşantıda bulabiliriz. Din, propaganda değil; huzurun, doğruluğun ve vicdanın kaynağıdır.
Velhasıl, din siyasete alet edilirse kaybeden iman olur. Bizim görevimiz, bu safiyeti korumak ve dini sadece Allah için yaşamak. Çünkü iman, sandıkta değil, kalpte başlar.