Adaletiyle ün kazanmış bir hükümdar olan Nuşirevan avlanmaya çıkmıştı. Yanlarında tuz olmadığını öğrenince, yaverlerine yakınlardaki bir köye gidip tuz istemelerini ancak hediye olarak bile olsa kabul etmemelerini ve tuzun bedelini mutlaka ödemelerini tembihlemişti.
Yaverleri şaşırdığını gören Nuşirevan dedi ki: “Eğer bir padişah bir bahçeye girip zorla elma alırsa, ardından yaverleri o ağacı kökünden söker. Eğer birinden bedelini vermeden yumurta alırsa da bin tavuk şişten geçer.”
Bu kıssadan üzerine derinlemesine düşünelim.
Nuşirevan en ufak bir adaletsizlikten bile büyük zulümlerin doğabileceğini ön görebilen adil bir hükümdar. Zaten tebaası böyle düşünmese şanı böyle olmazdı, hatta zalim diye anılırdı. Adalet nişanını taşımak kolay değil, çünkü bir zulüm bin hayırdan daha görünürdür, bir feryat bütün bir mahallenin tadını kaçırmaya yeter.
Nuşirevan biliyor ki şanı ve konumu itibariyle bir hükümdarın hareketleri emsal oluşturabilir. Onun hareketleri onun şöhretinden meşruiyet kazanırsa, bu, kökü kendisine dayanan bir adaletsiz uygulama olacaktır. Devletin gücü çoktur, basit işlerde bile ölçüyü kaçırırsa kırıp döker. Bunu bilen Nuşirevan bu hareketle hem köylüye şefkat göstermiştir hem de kendisinin üzerinde büyük bir vebalin kalmasından korkarak şirin bir olayda bile devletin gücünü gizlemiş, bir tutam tuz için rıza aramıştır.
Bu kıssalar yüzlerce yıl önce laf olsun diye yazılmamış elbette. Devlet ile şahıslar arasındaki denge her zaman toplumlar için kritik bir mesele olmuştur. Konu devlet gücü olunca zulüm ve adalet arasındaki çizginin ince olduğunu anlayan düşünürler de söylemek istediklerini eserlerine bu şekilde yansıtmışlardır.
Günümüzde devletlerin gücünü kullanan kurumların vurdum duymaz tavırları ve gücü kendilerinden sanıp, bu gücü kendilerine emanet etmiş olan vatandaşlara yaptıkları zulümler düşünülünce meselenin önemi daha iyi anlaşılıyor.
Zulümler mahkeme kararlarıyla resmiyete dönüştüğü zaman da Nuşirevan’ın korktuğu gibi, ağaçlar sökülüyor, tavuklar şişe geçiriliyor. Yıllar sürüyor, ama zulümler bitmiyor.
Geçen haftalarda iki genç bir sebeple tutuklandı. Biri camide içki içip fotoğraf paylaştığı için ve diğeri de M. Kemal fotoğrafıyla uygunsuzluk yaptığı için. Şüphesiz ikisi de hata etmiş, hatta bazı hukukçulara göre suç olarak nitelendirilebilecek hareketler yapmışlar.
Hukuku bilen herkesin kabul ettiği gerçek şu: Bu gençler tutuklama koşulları mevcut olmamasına rağmen tutuklandı.
Bugün demokrasilerde haksız tutuklulukların önlenmesi, devlet gücünün suistimal edilmemesi açısından hayati önem taşımaktadır. Bu öneme binaen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. Maddesi özgürlük ve güvenlik hakkını vurgulayarak keyfî tutuklamayı yasaklamaktadır. Bu ilkelere uyulmaması insan haklarını aşındırır, demokrasinin altını oyar, hukukun üstünlüğüne ve hukuka karşı duyulan güvene karşı önemli bir tehdit oluşturur.
Fakat sözünü ettiğimiz iki olay sonrasında toplumun farklı kesimleri bu tutuklamalara ses çıkarmadı, hatta destekledi.
Demek ki biz hukuka aykırı tutuklamaları çoktan kabullenmiş bir toplum olmuşuz. Nuşirevan’ın korktuğu bizim başımıza gelmiş.