"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Acılara teselli gerekli

10 Mart 2023, Cuma 08:06
GİRİŞ: HÜRASYA TV Youtube kanalında geçen günlerde gerçekleştirilen “Deprem Psikolojisi” başlıklar programın konukları Op. Dr. Aytekin Coşkun ve Doç. Dr. Kenan Taştan oldu. Cemil Said Demirdöğmez’in sorularını cevaplandıran konuşmacıların değerlendirmelerini özetledik. Buyrun...

İSTANBUL - Musa Aydın - Aslan Özdemir

“6 Şubat 2023’te 7,7 ve 7,6 şiddetinde depremlerle sarsıldık. Hatay, Maraş, Antep, Urfa, Diyarbakır, Malatya, Adıyaman, Adana, Elâzığ, Osmaniye, Kilis. Enkazlar, yıkımlar, can kayıpları... Memleketimizin on bir şehri viraneye döndü. Bin bir hikmetle iş gören Kâinat Sultanı’nın emir ve iradesi altında gerçekleşen deprem sonrası musibetzedelere ulaşmak için Türkiye ve Dünya seferber oldu. Öncelikle, yaşanan bu felakette, hayatlarını kaybedenleri rahmetle anıyor, Rabbimden mekanlarının cennet olmasını, şehit hükmüne geçmelerini, geride kalanlara sabır, acil hastalığı olanlara Şafii ismiyle şifa vermesini niyaz ediyorum. Milletimizin başı sağ olsun.

Büyük bir acı yaşadık, bu acının tarifi imkânsız. Gerçekten ateş düştüğü yeri yakıyor. Kalbimiz kırık, duygularımız kırık, kısacası hayatımızın bir anlam taşımadığı hissine hepimiz kapıldık. Elbette en önemli zaman dilimi olan ilk gün, ilk saatler belki hafta ve aylarda, depremzede kardeşlerimizin özellikle barınma, ısınma, karnının doyurulması, can ve mal güvenliklerinin sağlanmasını temin ederek, onların  bu acı ve yas süreçlerinde şefkatle yanlarında olduğumuzu hissettirdik. Normalleşme kelimesi artık onlar için şu dönemde yok. “hadi normalleşin” gibi klişe sözlerle depremzede bu insanları gönüllerini bir kez daha kırmış oluruz. Onların bundan sonraki hayatlarında normalleşme değil yeni bir yaşam stili hâkim olacak. Akıp giden hayata tutunmalarının nasıl olması şeklindeki ifadeleri Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinde buluyoruz; “Ey insan! Sen kendine malik değilsin. Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan, ta taun ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri, o Rahîm-i Hakim’in elindedirler. O Hakim’dir, abes iş yapmaz. Rahim’dir, rahîmiyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.” (Sözler)

Korku ve ümitsizlik

Bu tür felaketlerin Rabbimiz tarafından bizlere, yanlış yaptığımız bazı şeylerin olduğunu hatırlatma babında önemli bir ikaz olduğunu söyleyebiliriz. Bundan yola çıkarak, deprem rabbimizin emr-i ilahisi ile oluyor. Kader olarak tariflenen kısmı bu. Ayrıca “Kazaya rıza, kadere teslim olma” İslâmiyet’in bir şiârıdır. Ancak kadere teslim olurken, Adetullah kanunlarına da tam olarak uyarak teslim olmak önemli. Özellikle deprem bölgesinde kâğıt misali katlanıp devrilen, yıkılan evlere baktığımızda, isyan duygularımız gelişti. Adetullah kanunlarını hiçe sayan bir anlayışın sadece “KADER” cümlesinin arkasına sığınılmasını kabul edemiyor insan. 

Nice canlar o yıkıntıların altında kaldı, nice canlar yaralı kurtuldu, nice hayatlar söndü.  Buradan baktığımızda; işin hem manevi hem de maddi boyutu var. Sadece madde boyutunu ele alsak hakikat gizlenir. Dolayısıyla iki boyutta ele almamız gerekiyor: “Bu büyük zelzelenin maddî musibetinden daha elim, manevi bir musibet olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve meyusiyet (ümitsizlik) ekser halkın ekser memlekette, gece istirahatini bozacak şekilde dehşetli bir azaba dönüşmesi.” (Sözler). 

Deprem o bölgede oldu ama hepimiz korku, ümitsizlik, hayata anlamsız bakışları yaşadık. Ama en önemlisi tutunacak bir dal olan iman ve inanç sistemimiz var. İlk ihtiyacımız, insani olarak hayata devam etmedeki temel ihtiyaçların karşılanıp, ondan sonrasında ise gerçekten aklımıza, kalbimize, ruhumuza etki edecek nasihatlere bakmamız gerekli. 

Çocuklar ve kadınlar

Ayrıca depremden zarar gören, hayatını, sevdiklerini, eşini, çoluk çocuğunu, annesini babasını kısaca her şeyini kaybeden insanlara nasıl yaklaşmamız gerekli? Farklı gözle değerlendirmemiz gerekli. Tüm bu kardeşlerimize akla, kalbe, ruha, bedene ve duygulara hitap eden rehabilitasyon gerekli: “Katiyen bil ki hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı Billah’tır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır, insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.”(Sözler) 

Bu felakette çocuklarımız, en büyük sıkıntıyı, acıyı, dehşeti yaşadılar. Annesini, babasını bütün akrabalarını kaybeden çocukların asıl sorunları bundan sonra başlıyor. Bunların hem madde dünyaları hem de manevi dünyaları rehabilite edilmeli. Çocuklardan sonra özellikle eşini, çoluk çocuğunu, tüm akrabalarını kaybeden, şefkat kahramanı kadınlarımıza acil yardımlar gerekli. Hayatta yalnız kalmadıklarını bilmeleri ve tüm ihtiyaçlarının ve korunmalarının sağlandığını bilmeleri gerekli: “Demek, en ziyade insanı öldüren, ahbaptan (sevdiklerinden) mufarakattir (ayrılık). Evet, hiçbir şey beni o vaziyet kadar yandırmamış, ağlatmamış. Eğer Kur’ân’dan, imandan medet gelmeseydi, o gam, o keder, o hüzün, ruhumu uçuracak gibi tesirat yapacaktı.” (Lemalar). 

Çok büyük dersler var

Deprem hepimizi ve bizleri gerçekten çok etkiledi, çok hikayeler var. Çok büyük dersler çıkarmamız gereken durumlar yaşandı. Hepimiz, öncelikle tövbeyi gerektiren taraflarımıza odaklanmalıyız. Kulluğumuzu liyakatiyle gerçekleştirememiş ya da dünyaya fazla bağlanmış olmamızı tekrardan gözden geçirmemiz gerekli. Çünkü yaratılış gayemiz, hakiki vazifemiz, yüzümüzü döndürüyor, imanın nuru ile nurlandırıyor, hakikatin yüzüne baktırıyor. Bediüzzaman Mektubat adlı eserinde, “Biliniz ki, mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir.” diyor. Kısacası yaratılanlar içinde en kıymetli şey hayatımız ve bu hayata hizmet etmek en kıymetli vazife. Bunu hayatımızın odak noktası haline getirmeliyiz.

Diğer bölümde ise, “Hem bilirsin, meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir teselli, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir. Zelzele, küre-i arzın içinde inkılâbat-ı mâdeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işâa edip (yayıp), âdeta tesadüfî ve tabiî ve maksatsız bir hâdise nazarıyla bakarlar. Bu hâdisenin manevî esbâbını ve neticelerini görmüyorlar; tâ ki intibaha gelsinler.” ifadeleri üzerinde düşünmek gerek...

Sadece Türkiye ve Suriye’de değil, tüm İslam aleminde afetlerde vefat edenlere duamız. Rabbim onları cennetinde ağırlasın, geride kalanlara da sabr-ı cemil diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.

TRAVMA PSİKOLOJİSİ

Travma kelimesi köken olarak Fransızca olup “Yara” anlamına gelmektedir. Psikolojik travma ise, kişinin beklemediği bir olaya sınırlarını zorlayan bir şekilde maruz kalmasıdır. Amerikan Psikiyatri Birliği (1980) travmayı, normal insan deneyiminin ötesinde seyreden olaylar olarak tanımlamıştır. Bu olaylar tabii afetler, trafik kazası, yangın, tacize uğrama gibi kişinin bütünlüğünü bozan durumlardır. Söz konusu tanıma göre, bir olayın travmatik olması için olayı yaşayan kimse tarafından bütünlüğünü (fiziki, psikolojik) tehdit eder şekilde algılanması ve kişide dehşet, çaresizlik, korku gibi yoğun duygulara yol açması gerekmektedir. Yaşanan hadise ile insanın buna verdiği tepkiyi birbirinden ayırmak, psikolojik travma tanımını daha anlaşılır kılacaktır. Klinik deneyimlerin yol göstericiliğiyle, travmayı daha geniş çerçevede ele alırsak; insan hayatının çocukluktan erişkinliğe uzanan yaşantısında, kişinin baş edebileceğinin ötesinde etki oluşturan olayların pek çoğunun travmatik sonuçlar doğurduğunu görebiliriz. Mesela, “negatif” olarak nitelendirilen hallerle karşılaşmak kadar, gelişimimizde yer tutan ihtiyaçların karşılanmaması da aynı travmatik etkiyi uyandırabilir. Mesela bir çocuğun okula gönderilmemesi, ihtiyaçlarının karşılanmaması, sevgiden ve ilgiden mahrum bırakılması da travma etkisi oluşturabilmektedir. Ancak burada püf noktası kişinin duygusal ve ruhi olarak baş edebileceğinden çok daha fazla olumsuzluğa maruz kalması ve bunun sonucunda oluşan düşünce olarak, duygusal ve fiziki ezilmişlik durumunun olmasıdır. Bu noktada mağdurun hayatına, varlık sebebine, elzem olan hayati ihtiyaçlarına, beden bütünlüğüne, sevdiklerine, inanç sistemine yönelik tehdit içeren her olay ve durum travmatiktir. 

Travma yaşayan insanların zihni bütünlüklerinde değerlendirme sorunları olur. Bu nedenle de regrese olurlar yeniden çocuksu tepkiler verirler. Çocukken ihtiyaçlarımızı gidermek için birilerine muhtacızdır. Ayrıca olan bitenleri değerlendirmede sıkıntılar yaşarız. Travma anında da kişi çocuklaşır. Ne yapacağını bilemez bir hale gelir ve bir üst akla ihtiyaç duyar. Bunu bulamazsa patolojik ruh haline bürünür. Travma döneminde zaman ve mekanı iyi ayarlayamama da sık olarak karşımıza çıkar. 

Öncelikli olarak bilmemiz gereken birkaç önemli husus var. Birincisi insan hemen her durumun üstesinden gelebilecek bir ruhi yapıyla donatılmış bir varlıktır: Hastalıklar, sevdiklerinin kaybı, iflas, ihanet, afetler vs. Bu ruhi donanım onun fiziki olarak iyileşmesinde de katkıda bulunur. Nitekim ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Allah hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez…” (Bakara-286).

Afet gibi durumlarda ilk bir ay bu ruhi mekanizmalar tam olarak devreye girmeyebilir. Bu süreçte insanlar daha endişeli, kaygılı ve somatik bulguları daha fazla yaşayabilirler. Bu adaptasyon sürecidir ve kişiden kişiye göre farklı özelliklerde görülebilir. 

Travma esnasında kişilerin en sık yaşadıkları zihni problemlerden biri de yaşadıkları olayı anlamlandıramamadır. Yaşadıkları bu olay niye onların başına geldi? Bunu hak edecek ne yaptılar? gibi sorulara cevap bulmaya ve yaşadıkları olayı anlamlandırmaya çalışırlar. Oysa bu konuda Allah’a (cc) iman eden ve bu konuda Allah ile rabıtası iyi olan biri bu süreci ya yaşamaz, ya da çok az yaşar. Başına gelen tüm olayların bir sebebi olduğunu bilir ve kainatın yaratıcısının izni olmadan tüm bu yaşanılan olayların başına gelmeyeceğini bilir. Bu nedenle de üzülse bile ümitsizliğe kapılmaz. Üstad Bediüzzaman’ın tabir ettiği gibi olayları değerlendirir: “Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.” (Risale-i Nur Külliyatı, On Sekizinci Söz, s.210.) 

Travmanın sebep olduğu ruhi hastalıklar; Depresyon, Korkular, Panik Bozukluğu, Sosyal Fobi, Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Takıntı Hastalığı, Psikosomatik hastalıklar (deri döküntüleri, mide-barsak hastalıkları, ağrılar v.s.), Kaygı Bozukluğu... Deprem gibi afetlerden sonra görülen belirtileri ve klinik semptomları iki gruba ayırabiliriz.

1)Akut Stres Bozukluğu: Bu olayın ilk bir aylık dönemini kapsar. Bu dönemde en sık görülebilen belirtiler: Olay yerinden geçememe, kâbuslar, sallanıyor hissi, uyku bozuklukları, iştah bozuklukları, kızgınlık, konsantre olamama, zevk alamama, içine kapanma, agresyon, davranış bozuklukları gibi semptomlardır. Bu dönemdeki semptomlar bir adaptasyon süreci için gereklidir.

Akut Stres Bozukluğu döneminde yapılması gerekenler

Bu dönem çok kritiktir. Nasıl davrandığımız, krize nasıl müdahale ettiğimiz, yardım ekiplerinin, psikologların, doktorların, gazetecilerin nasıl davrandığı çok önemlidir. Bu dönemde psikoterapiden çok kriz yönetiminden bahsetmek daha uygundur. Bu anlamda her birimiz birer kriz danışmanı gibi davranmalıyız. Tabii bunun için de önceden bu konuda eğitim almalıyız.  Kriz danışmanı temel olarak ne yapar? Kişinin gerçeklikle ve/veya hayatla kopmuş olan bağlantılarını yeniden inşa etmeye çalışır. Bunun için ilk önce durum tespiti yapar. Kişinin karnı mı aç, uykusuz mu? vb. gibi depremzedelerin önce temel ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Bu ihtiyaçlar sağlandıktan sonraki aşama kişiyi dinleme safhasıdır. Kişi anlattıkça zihninde yaşadıkları şekillenecek ve rahatlayacaktır. Psikolojik problemlerinizi konuşarak veya mücadele ederek çözemeyen insanlarda devreye beden girer ve kendi lisanı ile konuşmaya başlar. Bedenin lisanı semptomdur. Bu semptomlardan bazıları; baş ağrısı, migren, fibromiyalji, bayılma, ağlama krizleri vs.

Afetzede sıkıntılarını anlıyorsa, dinlerken bizim temel tavrımız ve prensibimiz şu şekilde olmalıdır: “Vereceğim cevap benim ihtiyaçlarımla mı ilgili, onun ihtiyaçları ile mi?” Mesela “ölenle ölünmez” “artık önümüze bakalım” “zaten hepimiz öleceğiz” gibi cevaplar daha çok dinleyenin ihtiyacı ile ilgilidir. Oysa anlatanın ihtiyacı bazen sırf anlatmaktır, bazen ağlamaktır, bazen susmaktır. Bu dinleme sabrını ve tutarlılığını gösterebilenler kriz ile mücadele edebilirler. Bu sabrı gösteremeyenler krizle mücadelede geri planda kalmalıdırlar. Bu safhada depremzedeye akıl verilmemeli, ağlıyorsa susturulmamalı. Konuşmuyorsa konuşması için zorlanılmamalıdır. Akut stres dönemi safhasında kişi bu dönemi ne kadar sağlıklı atlatırsa, yani kişilik yapısına uygun olarak sıkıntılarını yaşamasına fırsat verilirse, kişi diğer safhalara geçmeden eski ruh sağlığına kavuşmuş olur. 

2- Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Travmanın normal sekeli değildir. Herhangi bir travma sonrası oluşabilir. Bir telafi çabası değil, gerçek bir bozukluktur. Belirtileri akut stres döneminden sonra başlar. Kendi haline bırakılır veya teşhis edilmezse kronikleşir. Bazı durumlarda olaydan 6 ay sonra bile başlayabilir. Bu safhada kendi içerisinde iki gruba ayrılır. 

A) Akut Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Olay gerçekleştikten sonraki 1-3 ay arasındaki dönemdir. Bu döneme “akut travma sonrası stres bozukluğu dönemi” denir. Bu dönemde belirtiler varsa artık kişinin klinik yardıma ihtiyacı var demektir. Burada profesyonel yardım şarttır. 

B) Kronik Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Belirtiler 3 ayı aşarsa o zaman “kronik travma sonrası stres bozukluğu” döneminden bahsedilebilir. Bu dönem kesinlikle tedaviye ihtiyaç duyulan dönemdir. Burada tedavi bazen aylarca, hatta yıllarca devam edebilir. 

Tedavi: İnsanın maneviyatının iyi olması bu süreçte tedavide etkili unsurlardan biridir. Bununla birlikte kişinin işlevselliğini bozacak semptomların olması profesyonel bir yardım alması konusunda uyarıcı bir rol oynar. Travma sonrası stres bozukluğu tedavisinde ilk adım psikiyatrik tedavidir. İkinci adım ise psikoterapi olarak belirlenmelidir. Psikiyatristle ilaç tedavisi, psikolog ile psikoterapi süreci yönetilmelidir.

Yardım aramaya çekinme, umutsuzluk, olayı hatırlamaktan kaçınma, insanlara güvenini kaybetme tedaviye engel olabilir. Aynı zamanda travma sonrası stres bozukluğunun da temel belirtileridir ve bu sorunların farkına varıp, yardım aramak çözümü kolaylaştıracaktır.

Okunma Sayısı: 2482
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ozan

    10.3.2023 23:25:46

    Cemi Said ve Şenol Berk kardeşlerimizi tebrik ediyorum. Programı izlemeyenlerin izlemesini tavsiye ederim. Ozan.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı