Tartışma mevzuu olan soru şu: “Neden aynı meselede mezheplere göre farklı hükümler vardır. Kur’ân haktır, doğru tektir. Bir ibadet bir mezhepte farz iken, diğerinde nasıl Sünnet olur?”
Bediüzzaman hakkın, doğrunun ve hükmün birkaç boyutlu olabileceğini şu çarpıcı misalle ispat eder: “Eğer desen: ‘Hak bir olur. Nasıl böyle dört ve on iki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?’
“Elcevap: Bir su, beş muhtelif mîzaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır, şöyle ki: Birisine, hastalığının mîzâcına göre, su, ilâçtır; tıbben vâcibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine, ne zarardır, ne menfaattir, âfiyetle içsin; tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki, ‘Su yalnız ilâçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur?
“İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlâhiye, mezheblere, hikmet-i İlâhiyenin sevkiyle ittibâ edenlere göre değişir; hem, hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur.” 1
Aslında doğrular, ahlâkî değerler, hayırlar, faziletler, güzellikler göreceli/izâfidir. Yer, zaman, şart, imkân, bölge, ferd ve mekâna göre farklılık arz eder. İslâmın şartları ve diğer ibadetlerin de temel kaideleri hariç teferruat kısmı farklılık gösterir.
Nisbî/izâfî/göreceli hakikat, “alt-üst, sağ-sol, büyük-küçük, güzel-çirkin” gibi kıyasla ortaya çıkan hususlardır.
Kur’ân’ın; “sâlih ameli/işi, ibadeti” mutlak, müphem/belirsiz bırakmasının da sırrı budur. Mezhepler de bu sırdan, yani hakaik-ı nisbiye/nisbi hakikatlerden doğmuştur. Yani, bir hükmün mezheplere göre farklılık arz etmesi; göreceli, izafi, nisbidir. Güneş tektir, haktır. Ondan beslenen bitkiler farklı. Mezhepler de böyledir. Hac, haktır, Kâbe’yi ziyaret farzdır. Ama, herkese değil. Yalnızca zengine ve diğer şartları taşınlara... Keza, zekât da…
Dipnot:
1- Bediüzzaman, Sözler, s. 447.