Mardin’den Nurullah kardeşimiz, “Hâricîler kimdir, düşünceleri nedir?” diye sordu.
Hâricî, “hariç olan, isyan eden” anlamındadır. Sıffın Savaşından sonra su yüzüne çıkmışlar. Hz. Ali (ra) âdil idâresi ile birçok fitneci haricinin tevbe etmesini sağlarken, Sıffın Muharebesini engelleyemedi. Bu savaştan sonra Hz. Ali’den (ra) ayrıldılar ve onun küfre girdiğini, Allah’ın kitabını bırakıp, hakemler meselesinde beşeri düşüncelere göre hüküm verdiğini iddia ettiler.
Hâricîler, “Müslümanlardan ayrıldıklarını, biatın Allah’a olduğunu ve şura ile işleri yürüteceklerini” ilan ettiler. Hz. Ali (ra) sayıları 12 bin olan haricileri ikna için gönderdiği İbn Abbas (ra) “Karı koca arasını bulmak için hakem tayin edin.” (Nisâ Suresi, 35.) mealindeki ayeti tefsir etti ve bir kısmı tövbe etti. Bu hadiseden sonra Nehrevan’da gizlice toplanıp Hz. Ali’ye (ra) açıkça cephe aldılar ve onun sünnete aykırı davrandığını söyleyip onu tekfir ettiler ve onu tekfir etmeyeni de tekfir ettiler. Ve bu görüşü benimsemeyen herkesin yolunu kestiler. Hz. Ali (ra) Kays b. Sad’ı nasihatçı olarak gönderdi; bazılarının tevbe etmesini sağladı. Halifeleri Abdullah b. Vehb buna kızdı ve savaşı başlattı. Savaşta haricilerin büyük kısmı öldürüldü. Kalanlar kaçtı.
Haricilerin genel özellikleri: Hz. Ali’yi (ra) tekfir ederler ve onu tekfir etmeyeni tekfir ederler. “Biat Allah’adır ve halifeye gerek yoktur. Herkes kendisinin halifesidir” derler. Bu, peygamberlik ve halifelik makamını yok saymaktır. Sünneti inkâr etmezler ancak bazı meselelerde aşırıya kaçarak sünneti yetersiz görürler. Akıl ve mantıklarını sünnetin önüne geçirmişlerdir.
Peygamberimiz, (asm), “İçinizden birisi, mühim bir fitnenin başına geçecek ve etrafında çoklar katledilecek.” buyurmuş. Hz. Aişe (ra) validemize de, “Sana Hav’eb köpekleri havlayacak.” (Müsned, 6:52, 97, vd.) “sahih, kati hadisler, otuz sene sonra Hazret-i Ali’nin… vak’a-i Cemel’de; ve Sıffin’de; ve Havârice karşı Harûra’da ve Nehruvan’da muharebesi”ni haber vermiştir. Hem Hazret-i Ali’ye (ra), ‘Senin sakalını senin başının kanıyla ıslattıracak bir adamı’ ihbar etmiş. Hazret-i Ali o adamı tanırmış; o da Abdurrahman ibni Mülcemü’l-Hâricîdir. Hem Hâricîlerin içinde “Züssedye” denilen bir adamı, garip bir nişanla alâmet olarak haber vermiştir ki, Havâriçlerin maktulleri içinde o adam bulunmuş, Hazret-i Ali onu hakkaniyetine hüccet göstermiş, hem mucize-i Nebeviyeyi ilân etmiş. (Buharî, Menâkıb: 25, vd.) (Mektubat, s. 99.)
Dikkat edelim ki, Hz. Ali (ra) kendisini öldürecek olanı kesin bildiği halde engellememiş, öldürmemiş! Zira, tam adâlet-i mahzayı uyguladığından suç sabit olmadıkça kimseye ceza verilemez! Ya bugün masumları cezalandıran zalim yöneticiler ve alkışçılarına ne demeli?